Köklü bir müzik kültürüne sahip olan Elazığ- Harput türküleri yapılan araştırmalar neticesinde eşsiz bir geleneğin yaşandığının kanıtı olması yanı sıra sözlü halk ezgilerinin de çeşitliliği konusunda da öncülük etmektedir.
Kendine özgü çalgı ve makamları ile icra edilen Elazığ- Harput türküleri Türk Müziğinde ayrı bir yere sahiptir.
Kış aylarında; kürsü başı , yaz aylarında ; düğünlerde, bağda, bahçede yörenin sanatçıları tarafından sevdalarının, dertlerinin, hazretlerinin dile getirilişinde de rolü büyüktür.
Bugün ki türkümüzün hikayesinin iki farklı varyantı olması yanı sıra düğünlerde, şenliklerde neşe ile keyif ile seslendirdiğimiz türkümüzün gerçek hikâyesini sizlerle paylaşmak isterim.
Efsaneye göre Hazar Gölü kenarında bir köyde birbirini seven iki genç, gizlice buluşmaktadırlar. Erkeğin buluşma yerine gidebilmesi için gölü yüzerek geçmesi gerekmektedir. Buluşma gece olduğundan, kız çıra (Dındik) yakarak gence yerini belli etmektedir. Genç ise, ışığa doğru yüzmekte ve böylece sevgililer buluşmaktadır. Bu durumu sezen kızın babası, buluşmanın yapılacağı bir gün erkeğin yüzerek gölün ortalarına geldiği sıralarda çırayı söndürür ve genç sevgilinin gölde boğulmasına sebep olur. Bunu fark eden kız da kendini suya atar, o da kaybolur. Bunun üzerine bütün köylü toplanarak ellerindeki “Çıra”larla iki sevgiliyi aramaya başlarlar. Efsaneye göre, bu olay üzerine ağıtlar yakılmış, türküler söylenmiş ve çıra ile arama olayı oyunlaşarak günümüze kadar gelmiştir.
Bir diğer öykü ise; Altınova’da yapılan görkemli bir düğünde geleneksel bir biçimde çay kenarında kurulan düğün meydanında çıralar yakılmış, Somat’lar kurulmuş ve düğün bütün coşkusuyla devam etmektedir. Bu sırada ay tutulunca, evlenen gencin annesi olan Pembe HAN tabaklara çıralar, mumlar diktirip gençlerin ellerine vermiş ve önde kendisi olmak üzere yürüyerek düğün meydanına, görkemli bir biçimde girmişlerdir. Bu buluşun mükemmelliği karşısında aşka gelen “Zurnacı Başı”, ellerindeki tabaklarla ortalığı bir anda gündüze çeviren, bu kalabalığı karşılayarak, gelenlerin ayak hareketlerine uygun bir müzik çalar. Kendisine eşlik eden kırk davul kırk zurna ile ortalık inlemeye başlar, böylece “Çayda Çıra” oyununun melodisi ortaya çıkmış olur. Bu olay gelenek halini almış ve çayda çıra oyunu günümüze kadar oynanıla gelmiştir.
Çayda Çıra oyunu sürekli olarak kendi melodisi ile oynanır. Ancak oyunun başlangıcında “Şirvan” ya da “Gelin Ağlatma Havası” denilen bir melodi çalınır. Bu oyunun melodisi ile başka bir oyun oynanmadığı gibi, bu oyun başka bir melodi ile de oynanmamaktadır. Oyun 10/8 lik usulde, “Şirvan” makamındadır. Orta çabuklukta bir oyun olan çayda çıra, en az dört-beş kişi ile yürütülür. Arka arkaya dizilerek bazen tek dizi, bazen de daire şeklinde oynanmaktadır. Halay sınıfından çok, dini bir raksa benzemektedir. Taklitli bir oyun olmayan “Çayda Çıra”, usul itibariyle başladığı gibi bitmekte ve usulde bir değişiklik olmamaktadır. Hem açık, hem de kapalı yerlerde oynanır.
Güvey ya da gelin misâfir önüne çıkarılırken ve de “güvey gezdirmesi” geleneği yerine getirilirken oynanır. Tüm oyunlarda başta oynayana kolbaşı, sonda oynayana sonbaşı ya da poçik denir. Sadece halay oyununda “Halaybaşı” ve “Halaysonu” adları kullanılır. Oyunun aracı çift tabak ve içerisindeki üçer mumdan ibarettir. Oyun yürütülürken “Heey, Teey, Tey” diye nara atılır. Elazığ’ın yörelerinde delikanlıya “Gakkoş” adı verilir. Oyun düğünlerde, dini ve milli bayramlarda oynanır.
Çayda Çıra Türküsü
Çayda çıra yanıyor, Yanar çayda çıralar,
Yanıp yanıp sönüyor, Kızlar oyun sıralar.
Yavaş yürü usul bas, Gelin hanım gelirse,
Engeller uyanıyor. Defçi toplar paralar.
Çayda çıra yanıyor, Çayda çıra yanıyor,
Ay tutulmuş sanıyor, Humar göz uyanıyor.
Yavaş oyna güzelim, Fitil çifte yara bir,
Herkes seni tanıyor. Yürek mi dayanıyor.
Çayda çıra yakarım, Çayda çıra yüz çıra,
Yar yoluna bakarım, Yanıyor sıra sıra.
Bir yüz görümlüğüne, Yarim keklik ben şahin,
Beşibirlik takarım. Giderim ardı sıra .