1949 yılına kadar Türk köylüsü ve mütedeyyin halk, çocuklarını devlet okullarına göndermeme konusunda diretiyorlardı. Köylerde öğretmenlerin gayreti, jandarma dipçiği ve kanuni olarak ilkokulların mecburi olması dindar ve köylü vatandaşların çocuklarını okula gönderme konusunda pek fazla işe yaramıyordu. Vatandaşlar, hususen kız çocuklarını ise hiç okula gönderme taraftarı değildiler. Çocuklarının dinsiz yetiştirileceği endişesi ve korkusu, kızlarının da karma okullarda açık saçık bir şekilde okutulmaları bu durumun en bariz sebebiydi. Vatandaşlar bu konuda gerçekten de haklıydılar. Çünkü devletin hiçbir eğitim kurumunda 1949 yılına kadar en ufak bir dini eğitim ve dini ders yoktu. Eğitim kurumlarında dine karşı ciddi derecede mesafeli durulmaktaydı. Hatta okullarda dine karşı propagandalar yapılmakta ve din karşıtı dersler okutulmaktaydı. Batılılaşma süreci ve inkılaplarla devlet dini adeta hayatın içinden çıkarmaya çalışıyordu. Çünkü inkılapların hemen hemen tamamı dini alanla alakalıydı.
Kur’an alfabesinin kaldırılması ve yasaklanması ise halkta daha büyük tepkilere neden olmuştu. Harf inkılabından bu yana 20 yıldan daha fazla bir süre geçtiği halde devlet yeni alfabe ile okuma yazma oranını bir türlü istenilen düzeye çıkaramıyordu. Bunun içinde halka çocuklarını okullara göndermesi konusunda çeşitli baskı ve zorlamalar yapılıyordu.
1949 yılında tek Parti iktidarı biraz da siyasi sebeplerden (Aslında çoğu siyasi sebeplerden, Demokrat Parti’ye karşı) dolayı ilkokulların 4. ve 5. sınıflarına seçmeli din dersleri koydu. Aynı zamanda İmam Hatip Kursları ve Ankara İlahiyat Fakültesi açıldı. Bu durum çocuklarını devletin okullarına gönderme konusunda mütedeyyin halkta ister istemez biraz yumuşamaya sebep oldu. Bu süreç yani okullara seçmeli Din ve Ahlak dersleri konulması süreci 12 Eylül 1980’e kadar devam etti.
“1954 yılında, Türkiye’de din eğitimi ve laiklik politikalarının ne yolda gittiğini tetkik etmeye gelen yabancı bir akademisyenin.( kendisini niçin ilgilendiriyorsa) Howard A. Reed’in tesbit ve müşahedeleri bu meyanda zikre değer:”
“(…) İşte bu Din Dersleri halktan ve bilhassa köylü vatandaşlardan derhal muazzam bir aláka gördü. Halbuki daha evvel aynı köylerde ne öğretmenlerin gayreti ne jandarma dipçiği ve ne de kanuni mecburiyetler birçok öğrenciyi bahusus kız talebeleri okula sokmaya muvaffak olamamıştı. Nihayet 1953 yılında öğretmenlerin verdiği raporda bütün Türkiye köylerinde öğrencilerin okula devamındaki artışı sağlayan en büyük amilin ilkokullarda tekrar okutulmaya başlanan Din Dersleri olduğu ortaya kondu. Bu hususu bana 1954 senesinde çeşitli köylerde yaptığım görüşmelerde birçok öğrenci velisiyle öğrenciler de ifade etti” (Kaynak: İsmail KARA, Resimli Cumhuriyet Din Kitabı)
12 Eylül’den sonra ise ilkokul, ortaokul ve liselere mecburi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi konuldu. Bu zamana kadar birçok İmam Hatip Okulu ve İslam Enstitüsü-İlahiyat Fakültesi açıldı.
Aslında Türkiye’de 3 Mart 1924’teTevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği yani bütün eğitim kurumlarının devlet tekeline alınması ve eğitimin tek tipleştirilmesi) ile Medreselerin kapatılmasından bu yana gerçek manada dini eğitim yapılmamaktadır. Laiklik ilkesine sıkı sıkıya bağlı olan YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığının okullarında yine laiklik ilkesi göz ardı edilmeden sadece kısmi dini öğretim yapılmaktadır. Teknik manada din eğitimi değil. Çünkü devletin kurumlarında teknik manada din eğitimi yapılması laikliğe aykırıdır. Yani İmam Hatip okulları ve İlahiyat Fakülteleri dini/teokratik değil, laik okullardır.
(Bu arada informal bir şekilde doğuda bir kaç medresede kaçak ve gizli olarak çok sınırlı bir şekilde dini eğitim yapılmaya çalışılıyordu. Tabii bu şartlarda ne kadar yapılabilirse…)
Aslında Müslüman halk laiklik ilkesine bağlı kalınarak yapılmak istenen laikçi ve biraz da Yeni Selefi, modernist dini öğretimle kandırılarak merkeze çekilmiş ve halkın çocukları devletin kendi verdiği ve istediği kadar bir dini öğretime tabi tutulmuş. Bu da birçok dini sorunları beraberinde getirmiştir. Bugün dine ait olup da tartışılmayan, sulandırılmayan, bir şekilde dejenere edilmeyen hiçbir mesele bırakılmamıştır. Dinin emir ve yasaklarının yaptırım gücü neredeyse yok edilmiştir. Şu an Türk halkının büyük bir çoğunluğu dinden ve dini hayattan uzaklaşmış bulunmaktadır.
Ve eski zamanlardaki gibi gerçek manada, yüksek düzeyde büyük din âlimleri yetişememektedir. Cumhuriyet dönemindeki büyük din âlimlerinin de hemen hemen tamamı Osmanlı bakiyesi, medrese kökenli âlimlerdir. Yani laik devlet tam manasıyla dinsiz olamamakta, dini de bir türlü serbest bırakamamaktadır. Dini alanı da kendisi, kendi istediği kadar belirlemektedir.
Maalesef bu durum İslamcı aydınların, İslamcı siyasetçilerin ve İslami camianın pek de dikkatini çekmemekte, sanki bu durumu benimsemişler veya rıza göstermişler gibi görüntü vermektedirler. Çünkü bu alanda ciddi ve yüksek bir sesle herhangi bir talepte bulunmamaktadırlar.
Kısaca neyi arar ve neyi istersen onu bulursun.
Sözlerimi İslamcılık düşüncesi üzerine ciddi ve önemli çalışmalar yapan bu alanda otorite olmuş muhterem Prof. Dr. İsmail KARA Hocanın ibretlik sözleriyle bitiriyorum.
İmam Hatipte, İslam Enstitüsünde, İlahiyat Fakültesinde okurken dini bilgilerimiz arttıkça dini hissiyatımız geriliyor gibiydi.”
Hocam kaleminize daimlik gönlünüze enginlik temennilerimle
Üstad teşekkurler, kalemine ve yureğine sağlik
Hocam Allah razı olsun çok güzel teşhis olmuş. İnşallah tedavisi nasıl olur onuda yeni yazınızda bekliyorum Rabbim aklına ve kalemine kuvvet versin.
Güzel bir yazı olmuş. Manidar. Teşekkür ederiz.
Sayın hocam dilinize sağlık.
Yüreğine sağlık hocam
hocam Allah kolaylık versin,takipteyiz..
Allah kaleminize kuvvet versin