Sabır, güçlüklere, haksızlığa ve başımıza gelen üzücü olaylara dayanma gücüdür. Sabır, felaket ya da belaya uğrayanın telaş ve feryat etmeden her şeyin Cenab-ı Allah’tan geldiğinin bilinci ile bu sıkıntılara ilk andan itibaren sonuna kadar tahammül göstermektir. Sabrın mükâfatı da Allah(c.c)’ ın yasaklarına ve nefsin isteklerine direnç göstermede saklıdır.
Yüce Yaradanımız, sabredenlerin dostu ve velisidir. O, onların bütün yardım ve isteklerini kabul eder ve onlarla daima beraberdir. Sabredenlerden övgü ile söz eder. Peygamber ve Allah dostlarının da en belirgin özelliği sabır sahibi olmalarıdır. Onlar sıkıntı, eziyet ve imkânsızlıklarda düşmanlarına azim ile sabredenlerdir.
Her şeyin Allah’tan geldiğini bilen iman sahibi, Allah-u Teala’ya sığınarak sabreder. İnsanların olgunlaşması da ancak sabır ile mümkündür. Müslüman kahır insanıdır. Olgunluğa erişmeden bela ve musibetlere karşı gösterilecek sabır tavrı çok önemli bir aşamadır. İnsanların yaşamları boyunca birçok zorlukla karşı karşıya kalması bir yaratılış gereğidir. Olgunlaşarak kemale ermek bu evreleri geçirmekle mümkündür. Can kayıpları, mal kayıpları, mahsul kayıpları, korku gibi maddi-manevi acılar olgunlaşma için gerekli birer imtihandır. Ancak sabır ile zafer ve mutluluğa ulaşılır.
Öyleyse inkârcıların gösterişli görünen hayatlarına aldırmadan sabırlı olmak Müslümanların şiarı olmalı ve Rabbinin sabırlı kulları üzerindeki “Onlara selam olsun, affa uğrayanlar, rahmet ve sevgiye ulaşmış olanlar, onların ta kendileridir.” müjdesini unutmamalıdır.
Rabbimiz Müslümanlara dertleri hususunda deva olarak sabır ve namazı öneriyor. Bir yandan ayağımız kayacak olduğunda ya da harama düşecek olduğumuzda sabır göstererek bunlardan sakınmamız, diğer yandan gündelik hayatımızı namazı merkeze alarak yaşamamız gerekiyor. İlahi yardımın tecellisi de bu ikisi ile mümkündür. Allah (c.c) ‘ın izniyle gündelik hayattaki musibetlere karşı namaz ve sabrımız ile olan gayretimiz derecesinde şikâyet ettiklerimizin çoğu azalacaktır.
Bazı âlimlerin ifade ettiği “Belalara mümin de, kâfir de sabreder; lakin bolluk ve afiyete sadece sadık müminler sabreder.’’ sözleri son derece önemlidir. Abdurrahman Bin Avf ; “Biz fakirlik ve darlıkla imtihan edildik, sabrettik. Bollukla imtihan edildik sabredemedik.” diyerek bolluktaki imtihanın güçlüğünü ve o dönemde sabra daha fazla muhtaç olunduğunu gözler önüne sermektedir. Bundan dolayı Allah-u Teala kullarını malların, zevcelerin ve evlatların fitnelerinden sakındırarak, “Ey iman edenler! Sizi mallarınız, evlatlarınız Allah’ın zikrinden alıkoymasın.”(63/9) buyurmuştur.
Kul, ibadet ve itaatlerinde de sabra muhtaçtır. Sabır, ibadetlerdeki niyetin ihlâslı ve gösterişten uzak olmasında , ibadet esnasındaki kusursuzluk gayretinde ve Allah(c.c) ‘ın huzurunda olduğunu unutmamakta da vardır. İbadetlerden sonra da ameli boşa götürecek ya da gizli yapılan ibadetlerin yazıldığı defterden, açık yapılanların yazıldığı deftere aktarılmasına sebep olacak başa kakma ve kibirden uzak kalabilmekteki dirençte de sabır vardır. Görüldüğü üzere ibadette dahi kul sabretmelidir.
Allah-u Teala’nın sıfatlarından birisi de “Es-Sabr” dır. Kullarından işitmiş veya görmüş olduğu ezaya O’nun kadar sabreden yoktur. Her kim Allah’ın sıfatlarından bir sıfata sarılırsa, o sıfatın onu Allah’a ulaştıracağı muhakkaktır. Allah (c.c) isim ve sıfatlarını sever ve bunların yansımalarını kullarında görmekten hoşlanır.
İman edenler için sabrın sırrını bilmek ve nefsine uygulamak yeterli değildir. Bunu başkalarına da tavsiye etmek ve öğrenmek bir kulluk görevidir.
“Asra yemin olsun ki insanlık hüsrandadır. Ancak iman edip salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı birbirine tavsiye edenler müstesna.”(Asr suresi)
Selam ve dua ile…