‘’ Bırak ardında bir eser, eseri olmayanın yerinde yeller eser’’
Bu veciz sözü ilkokul öğretmenimden yıllar önce duymuştum.
O gün bugündür hala hatırımda…
İlkokuldayken orman haftası münasebetiyle sınıfça fidan dikimine götürülmüştük. Görseniz nasıl da heyecanlıyım…
Adeta içim içime sığmıyor…
O gece sabaha kadar uyuyamadığımı daha dün gibi hatırlıyorum.
Hatta Rahmetli anam bu kadar heyecanlı olduğumu görünce takılmadan edemedi: ‘Oğlum yoksa eve gelin mi getireceksin, nedir bu heyecan?’
Aslında heyecanımın sebebi, fidan dikeceğimden daha ziyade arkadaşlarımla yolculuğa çıkmaktı.
Bilmiyorum, nedense birlikte -sınıfça- yolculuk yapmayı çok severdik.
Dört gözle otobüsün kapısının açılmasını bekler, açıldığı gibi de arka koltuklara hücum ederdik.
Ki çoğu kere bu hücum, yarışa çevrilirdi.
Yarışı kaybedenler, tüm sınıfa kakaolu-çilekli eti puf alırdı.
Öğretmenlerimizin ‘susun, oturun’ çığlıkları bizim ‘hadisene, baksana’ çığlıklarına karışır, giderdi.
İşte bildiğimiz -klasik- ‘bir elde cımbız bir elde ayna günleri’…
Uzun bir yolculuğun ardından nihayet fidan dikimini yapacağımız alana ulaştık.
Hepimizin eline birer ikişer cılız çam fidanları tutuşturuldu.
Ardından önce ormanların doğaya faydalarından sonra da fidanların nasıl dikilmesi gerektiğinden uzun uzun bahsedildi.
Fakat anlatılanların hiçbiri ne ilgimi ne de dikkatimi çekti.
Hatta inanır mısınız bilmem, bu yüzden elimdeki fidanları aldığım yere geri bıraktım.
Bunu fark eden öğretmenim hemen beni yanına çağırdı.
Neden fidanları dikmeyip de geri bıraktığımı sordu.
Ben de ‘ madem fidan dikmek ülkeye bu kadar faydalı o vakit neden devlet değil de biz dikiyoruz, buyursun devlet diksin. Hem herkes fidan dikti, benim dikmeme gerek yok’ mealinde hayli tuhaf ve gülünç bir cevap verdim.
Bunun üzerine öğretmenimiz, cevabımın ziyadesiyle trajikomik olmasına rağmen ciddiyetini bozmayarak şu cevabı vardı:’’ Muratcığım, unutma dikeceğin her bir fidan senin eserin olacak. Sen bu dünyadan gittikten sonra dahi onlar orada durmaya devam edecek. Onlar senin bu dünyada kalan parçaların olacak. Hem atalarımız ne demiş, ‘bırak ardında bir eser, eseri olmayanın yerinde yeller eser’…’’
Öğretmenimin bu tatlı nasihatinin ardından fidanları bıraktığım yerden aldım. Ve Bismillah çekerek fidanları teker teker toprakla buluşturdum.
Eve geldiğimde akşamki heyecanım yerini büyük bir mutluluğa bırakmıştı.
Hemen rahmetli anama, babama dönerek ‘benim bir eserim var, kim bilirse ona bir hediyem var ’ dedi.
Babam hemencecik bildi. Ve hediyeyi kaptı.
Hediye dediysem de kuru bir öpücükten başka bir şey değil.
Gerçi bir ana bir baba bir evlat için öpücükten daha büyük bir hediye yoktur, vesselam…
Bu hatıramı neden paylaştığıma gelince geçenlerde Üsküdar’da bir parkta otururken 14-15 yaşında bir gencin parkta boş bulduğu yerlere fidan diktiğini gördüm.
Birden yıllar öncesine, o gün mesut güne gittim.
Nitekim merakıma yenilerek gencin yanına varıp selam verdim.
Neden fidan diktiğini sordum.
Aldığım cevap şok etkisi yarattı desem yalan olmaz.
Hayli şaşırdım…
İnanır mısınız -harfi harfine söylüyorum- aldığım cevap şuydu: ’’ Abi, atalarımız demiş ki bırak arkanda bir eser, eseri olmayanın yerinde yeller eser… Ben de o sebeple boş vakitlerimde ağaç dikiyorum’’
Aldığım cevap ile öğretmenimin nasihati birbirlerinin aynısı…
Açıkçası bir taraftan sevindim bir taraftan üzüldüm.
Zira o günden sonra bir daha ağaç dikememiştim. Öğretmenimin nasihatini tatbik edememiştim. Ne kadar da utanılası… Öyle değil mi?
Fakat yine de birilerinin bu nasihati tatbik etmesi mutluluk verici…
Ne güzel…
Allah biliyor ya gencin böyle bir bilince sahip olması bile bizler için bir şükür vesilesi olmalı, hele ki sabah akşam gençlere sayıp sövdüğümüz bu çağda…
Çok şükür…
Bin şükür…
Ne diyelim, Rabbim sayılarını arttırsın…