Bazen tek, bazen çift kale maçlarımız vardı bizim…
Kale direğinin taştan, formanın atletten ibaret olduğu, topu uzaklara ya da bahçeye attıysan getirmek
zorunda kaldığın, en iyi oynayan iki kişinin aynı takımda olamadığı, top sahibinin özel ihtimam gördüğü
ve onun eve gitmesi ile ancak son düdüğün çaldığı maçlar…
Yalın ayak, başıkabak koşmak dar sokaklarda… Meyve ağaçlarının yola sarkan dallarında göz hakkı
aramaktı bizim çocukluğumuz…
Ağaacaa dalaann vaaaar! diyerek sizi paydan mahrum eden ya da sizden olmayan çocukları ihbar
etmek de vardı işin içinde!
Hasköy- Ulus hattı minibüsüne öğrenci parası verip, hafta sonu gidilen Ankaragücü maçları…
Kale arkasında turnikeden bedava geçilecek abi aramak… ‘’Hasan Şaş gol’’ diye sesimiz kısılana
kadar bağırmak…
Gazoz kapağı, misket, saklambaç oynamaktı bizim çocukluğumuz…
Yağmurda ıslanmak, karda poşetle kaymak, aşağı mahalle ile yarışmaktı… Sabah çıkıp, gün
kararırken eve dönmekti…
Cuma günleri pazara gitmek, komşuların sebzelerini taşımak; Ödülümüz olan birer kiloluk meyveyi
parkta oturup ortaklaşa yemekti bizim çocukluğumuz…
Kışın kömür / talaş yanığı is kokulu gri renkli Ankara gecelerinde yıldızları aramak, ilkbahar ile birlikte
yeşillenen doğa ve rengarenk kır çiçeklerini koklamaktı bizim çocukluğumuz…
Ertesi gün gidilecek okul öncesi, pazar akşamlarının vazgeçilmezi banyolarımız vardı bizim. Banyo mu
yapardık fazla olan kilolarımız mı alınırdı ayrım yapmak zordu gerçekten… Sonrasında sobanın
etrafında hem ısınır hem de tırnaklar kesilirdi. Derinden kesilmiş bir tırnağın acısını artık kanıksamış
çocuklardık biz…
Youtuber ya da blogger değil polis olmayı, öğretmen olmayı, doktor veya mühendis olmayı hayal eden
çocuklar… Adam olacak çocuklardık…
Bayramlarda şeker toplamaktı, yakınlarımızdan bayram harçlığı almaktı bizim çocukluğumuz…
Bayramlarda binlerce lira almış çocuklardık biz. En az verilen harçlık bile 25 bin liraydı. Bol sıfırlı
harçlıklarımız vardı bizim…
İki tekerlekli bisikleti sürmeyi öğrenmeye çalışmaktı bizim çocukluğumuz…
Özgürlüğü tatmak, esaretten kurtulmanın tadını almak böyle başladı bizde.
Dünyada ölüm diye bir gerçeğin varlığına birçoğumuzun henüz tanıklık etmediği zamanlardı. O zaman
yanında olan herkesin sanki hep hayatta olacağını seninle olacağını sandığın zamanlar. Ölümü pek
düşünmediğin, tanımadığın zamanlardı…
İstediğimiz zaman istediğimiz yerde ağlayabildiğimiz, gülebildiğimiz zamanlardı…
Bir işi yetiştirme bir işi bitirme stresi taşımadığımız, bir müdürümüzün ya da patronumuzun olmadığı,
tek patronun kendimiz olduğu yıllardı çocukluk yılları…
Mutlu olmak istediğimizde aklımızın bir köşesinde sakladığımız yerden çıkartıp sarıldığımız anılar…
İşte böyleydi bizim çocukluğumuz…
Kalemine sağlik bizi zamanda yolculuğa çikardin.
Çocukluğumuza görürdünüz başkanım emeginize sağlik
Kalemine yüreğine sağlık Allah razı olsun çok güzel olmuş emeğine sağlık