Son yüz yıldaki savrulmaları kısa bir süreliğine kenara koyarsak, yaşantımızın büyük oranda İslami değerlerle yoğrularak şekillendiğini, gelenekselleştirildiğini kolaylıkla gözlemleyebiliriz.
Bunun başlıcalarından birini toplumsal dayanışma mekanizmaları oluşturur. Sadaka taşları, imece uygulamaları, amacından uzaklaşmış olsa da yeni hayat kuranlara yapılan küçük yardımlar ilk bakışta aklımıza hızlıca gelenler.
Kültürümüzü, geleneğimizi şekillendiren dinimiz İslam da hayatın ana eksenini bu dayanışma fikri üstüne inşa etmiştir.
Zekât ve sadaka bunun en yaygın uygulama aracıdır. Uç noktasını ise bence Medine Müslümanlarını “ensar” yapan kardeşlik yapılanmasıdır. Kişiler kendi kanından olmayan birileriyle kendi rızalarıyla ata yadigârı varlıklarını paylaşmışlardır.
Peygamberimizin “Cebrail, komşu hakkından o kadar bahsetti ki, komşuyu komşuya varis kılacak sandım” mealinde özetleyebileceğimiz hadisi bu dayanışma ruhunun bir başka yansımasını oluşturur, tıpkı “komşusu açken tok yatan bizden değildir” gibi.
Zaman değişir, asır başkalaşırken dünyayı pençesine alan “bireysellik” bizim de yakamızı eline almış anlaşılan. Bugün etrafımızda çoklukla karşılaşabileceğimiz bankadan borç alma (kredi çekme) müessesesi bu değişikliğin bir göstergesi aslında.
Arkadaşlık, kardeşlik hukuku gereği diyebileceğimiz eşinden, dostundan, ailesinden, akrabasından borç alma yerini bankaya bırakmış. Bir cihette banka, arkadaşımız olmuş, dostumuz bize yabancı.
Hâlbuki bizim karşımızda karz-ı hasen gibi bir kardeşlik borcu var, yakınlarımızla, arkadaşlarımızla, komşularımızla aramızda.
Maddî sıkıntıya düşmüş bir kişiye yardım etmek üzere ihtiyaç duyduğu meblağı, Allah rızasından başka bir menfaat beklenmeden verilen borç, ayetlerde “karz-ı hasen” olarak adlandırılır.
Bu borç karşılığında borçludan menfaat gözetilmez, yalnızca ödeme imkânına kavuştuğunda borcun aslını ödemesi beklenir. Hatta en nihayetinde ödeyemeyecek durumda ise borcun affedilmesi tavsiye edilir.
Mecazi bir anlatımla Allah’a güzel bir şekilde borç (karz-ı hasen) veren kimseye bunun kat kat fazlasının ödeneceğinden söz edilmiştir. Bu ayetlerde Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan harcamanın Allah’a verilen bir borç olarak anılması, verilenin Allah katında zayi olmayacağına, karşılığının sevap ve mükâfat olarak geri döneceğine dair ilâhî bir vaat şeklinde yorumlanır. Böylelikle kişi verdiğini geri alamasa dahi her türlü kârlı çıkacaktır.
Hadislerde de borç verme, ödünç verme söz konusu edildiğinde bunun hukukî mahiyetinden çok ahlâkî yönü üzerinde durulmuştur.
Hal böyleyken insanların ilk borç alabileceği yerin arkadaşı, dostu veya kardeşi yerine banka olması üzerinde düşünülmesi gereken ciddi bir sorundur.
Çünkü toplumsal değerlerdeki ve genel ahlak yapısındaki değişikliğe ve bu değişikliğin yönüne işaret eder.
Bu değişiklik borcu alan açısından, yaşadığı, yaşayabileceği sıkıntılar karşısında kimseden destek göremeyeceğine, kendi başının çaresine bakması gerektiğine dair ümitsizlik anlamı taşırken, kendisinden borç alınmayan bakımından ise “iyi gün dostu” diye yaptığımız ironik sınıflandırma kapsamında olduğunu gösterir.
Yoksa herkes bilir ayıdan post, bankadan dost olmayacağını.
Böylelikle dinimizin ve kültürümüzün bence en güçlü yönü olan dayanışmanın yok olma tehdidiyle baş başa olduğu ortaya çıkar ki bence asıl tehlike budur.
Karz-ı hasenin bizim için bir kardeşlik borcu olması da işte tam olarak bu tehlike yüzündendir.
Bu borcu ödeme irademiz ise bizim imtihanımızdır.
Karşılığını geri alamama pahasına, Allah’a borç verebilecek miyiz, veremeyecek miyiz?
Alın size bir iman ve sadakat testi.
Cevabı ise bizim dinimize ve kültürümüze bağlılığımızı gösterecek.