Siyasî İdeolojilere ve İnançlara Göre Cinsellik ve Sair Hürriyetlerin Sınırı ve Aile
Her bir toplumda, benimsenen siyasi ideolojilere ve dînî, kültürel vb. toplumsal değerlere göre, genel manada hak ve hürriyetlerle, cinsellik ve aile konularına ilişkin farklı kurallar, uygulama ve telakkiler söz konusudur.
Bazı devletler, toplumdaki çoğunluğun eğilim ve talepleri ile uyumlu politikalar tatbik ederlerken, bazı devletler de, belli bir toplumsal projeyi, jakoben yöntemlerle yukarıdan aşağıya uygulamaya çalışırlar. Birincisinde devlet-toplum uyumluluğundan söz edilirken, ikincisinde devletin etken ve belirleyici bir otorite, birey ve toplumun da edilgen nesne haline getirilmesi durumu söz konusudur.
Esasen anayasaların, toplumda dayatmalar yerine, toplumsal çoğulculuğu muhafaza edici, toplumdaki farklılıkları birlikte yaşatıcı düzenlemeleri bütünlük içinde ihtiva etmeleri, devlet-toplum bütünleşmesi ve demokrasinin işlerliği yönünden önemlidir. Anayasaların, maddî kaynağını teşkil eden ve topluma ruh veren toplumsal değerlerle, telakkilerle ve kurumlarla esaslı şekilde çelişen hükümler yerine, toplumdaki yaygın değerlerle uyumlu hükümler içermesi, demokrasi ve toplumsal huzur açısından da lüzumludur.
Bir toplumda hâkim olan dînî, teamülî, ideolojik, felsefî vd. düşünce, inanç ve telakkilerin genel mantığı ile uyumlu olarak, hak ve hürriyetler alanındaki kısmî daralmalar ya da genişlemelerin olması tabiîdir. Bu yöndeki hukukî belirleme ve uygulamaların, toplumdaki farklı eğilimlerden çoğunluğun talepleri ile uyumlu olması halinde, bazı karşı çıkanlar olsa da, esasen bunların anayasal zeminde meşru görülmesi gerekir.
Bu bağlamda, klasik liberal felsefe ile uyumlu bir hukuki belirleme muhafazakârların hoşuna gitmeyebilir. Benzer şekilde muhafazakâr felsefe ile uyumlu olan bir düzenleme ve uygulama da klasik liberallerin hoşuna gitmeyebilir.
Hak ve hürriyetlere yönelik getirilen bazı kısıtlamalar, hakları kısıtlananlar yönünden rahatsız edici görülebilir. Bu durumda, haklarının aşırı kısıtlandığını düşünenler, anayasal zeminde getirilen kısıtlamaları değişen ölçülerde eleştirebilirler.
Farklı ideolojilerin aileye yükledikleri misyonlar farklı olduğu gibi, aile temelinde hak ve hürriyetlerin alanı da ideolojilere göre değişkenlik gösterebilmektedir. Bir siyasî ideoloji, aileyi ve aile birliğinin sağlanmasını lüzumlu kılan değerleri üstünlerken, bir diğer ideolojide özellikle cinsellik konusunda bireysel tercihler aile karşısında üstün tutulabilmektedir.
Burada, önce her bir ideolojinin temel esaslarına yer verilecek, daha sonra da bu esaslarla uyumlu şekilde hak ve hürriyetler, cinsellik ve aile konularına temas edilecektir.
Çeşitli İdeolojilere Göre, Cinselliğin Hak Boyutu ve Aile Kurumu
Burada tüm ideolojilere değil, liberalizmin iki türü ile muhafazakâr ideolojide, genel manada temel hak ve hürriyetler, cinsellik ve aile ile alakalı fikirlere yer verilecektir.
Klasik Liberal Felsefede Cinsellik Hürriyeti ve Aile
Klasik liberalizm, eşitlikçi temele dayalı sosyal liberal ve muhafazakâr ideolojilerden farklıdır. Klasik liberaller, muhafazakâr düşüncenin aksine, akla üst düzeyde güvenirler ve bireysel haklarla yarıştığında, aile de dâhil olmak üzere geleneksel kurumlara fazla itibar etmezler; bireysel haklar, bunlara karşı daha üstün tutulur.
Bu felsefenin birey hakları ile aileye ilişkin yaklaşımları, diğer ideolojilerden farklıdır.
Klasik liberal felsefede, hak ve hürriyetler kapsamında, sadece negatif statü hakları (din ve vicdan, düşünce ve ifade hürriyeti vd.) ile aktif statü haklarının (seçme ve seçilme hakkı, siyasi parti hürriyeti vd. siyasî hak ve hürriyetler) varlığı kabul edilir. Bu ideolojide, sosyal güvenlik hakkı, dinlenme hakkı, âdil ücret hakkı gibi “isteme hakları” olarak da nitelenen sosyal ve ekonomik hak ve hürriyetler (pozitif statü hakları) kategorisi kabul edilmez.
Bu felsefenin temelini, bireycilik, hürriyet, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şeklinde kendiliğinden oluşan düzen (serbest piyasa) ve sınırlı devlet kavramları oluşturur.
Klasik liberal felsefe, devletin, piyasaya müdahale ederek iktisadi kaynakları bazı kesimlerden (toplumun varlıklı, avantajlı) alarak, sosyal devlet ve sosyal haklar kapsamında diğer bazı toplumsal kesimlere (toplumun dezavantajlı kesimleri) aktarmasını reddeder.
Klasik liberal felsefede, hürriyetler, “müdahalesizlik olarak hürriyet” şeklinde formüle edilen anlayış çerçevesinde belirlenir. Bu anlayış, devletin, sosyal ve ekonomik hak ve hürriyetleri gerekçe göstererek bir politika belirlemesini reddeder, devlet, bu bağlamda, piyasaya müdahale edemez, bu yolla sosyal devletçi politikalar uygulayamaz.
Klasik Liberalizmde, bireye özellikle vurgu yapılmakta ve bireyin çıkarlarının en üs düzeyde güvence altına alınması öngörülmektedir. Bu ideolojiyi diğerlerinden ayıran temel özellik, birey hürriyetini temel değer olarak kabul etmesi ve bu değerin korunması için devlet iktidarının anayasa ile sınırlanması gerektiği fikrini savunmasıdır.
Klasik liberal felsefede, bireylerin, hem topluma, hem de diğer bireylere karşı yarışan menfaatleri, hürriyet alanları söz konusu olabilir.
Bireycilik, kolektiften daha ehemmiyetli ve öncelikli kabul edilen birey haklarını ve yararlarını, toplumsal yararlardan üstün ve önemli sayan görüş, tutum ve politikalardır. Bu ilkeye göre, birey temel bir değerdir ve topluluktan önce gelir. Birey ve tercihleri, her şeyin merkezindedir. Devlet, birey hak ve hürriyetlerini korumakla görevlidir. “En iyi hükümet en az yöneten hükümettir” sözü klasik liberalizmin felsefi temel ilkelerinden biridir.
Klasik liberalizme göre, birey hürriyeti, sağlam şekilde haklılaştırıcı şartların mevcut olmadığı durumlarda, sırf kolektifin faydası için feda edilemez, sınırlanamaz.
Birey hürriyetinin temel değer olduğu klasik liberal düşüncede, toplum, “bireyin, “bireysel self determinasyon” kapsamında kendi kimliğini belirlediği, kendi yararını gözettiği ve seçme haklarının mevcut olduğu” hür bireylerden oluşur.
Farklı menfaatlere sahip bireylerin hürriyetleri arası ilişkilerde de çatışmalar yaşanabilir. Bu tür çatışmalarda, hürriyetin sınırlarının nerede başladığına dair ihtilaflar olabilir. Klasik liberaller, birey hürriyetlerinin alanının azamî ölçüde genişletilmesi ve kamusal güç kullanımının asgarî düzeye indirilmesi gerektiğine inanırlar.
Hürriyet mutlak değildir; bir kişi, hürriyetlerini kullanırken, bir başkasının hürriyetleri ile çatışabilir. Mesela, kişilerin mesken dokunulmazlığı vardır. Bir kişi, bir başka kişinin meskeni olan bir mekâna, onun rızası haricinde yerleşemez; yerleşmeye kalkışırsa, mesken dokunulmazlığı hakkı ile ilgili iki bireyin menfaatleri arasında çatışma çıkar. Bu durumda, kişilerin mesken dokunulmazlığı hakkının ihlâl edilmesine müsaade edilmez.
Klasik liberallere göre, devlet, bireylerin, başkalarına zarar vermelerini önlemek için, ihlal edenlerin hak ve hürriyetlerini sınırlandırıcı yönde güç kullanabilir. Hürriyetlere müdahale etmenin ana sebebi, insanların başkalarına zarar vermelerinin engellenmesidir.
Klasik liberallere göre, insanların faaliyetleri, sırf diğer bazı kişiler tarafından “çirkin” görüldüğü ya da onaylanmadığı için sınırlanamaz. Bir kişinin ifade ettiği fikirler, başkaları tarafından “çirkin” ya da “uygunsuz” olarak görülse de, ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilir. Bireyler, başkalarının onaylamadığı, hatta kesinlikle reddettiği uyuşturucu kullanımı, fuhuş ya da diğer başka faaliyetlerde bulunmakta hür olmalıdırlar.
Klasik liberallere göre, kişiler, başkalarına zarar vermedikleri müddetçe, diledikleri şekilde yaşama ve istedikleri fikirleri savunma hürriyetine sahip olmalıdırlar. Klasik liberalizm, bireyin hürriyet ve serbesti alanlarının en geniş şekilde belirlendiği ideolojidir.
Klasik Liberal Felsefede Aile ve Cinsellik
Klasik liberallere göre, bireylerin, birbirileriyle girift (iç içe ve etkileşim içinde) olan farklı grup, “aile”, ahlâkî ve dinî, kültürel, siyasi vb. birlikteliklere aidiyetleri olabilir. Bu tür birlikteliklere aidiyeti olan bireylerin sahip oldukları çoğu kişisel değerleri, bu birlikteliklerde mevcut olan değerler tarafından etkilenmektedir. Bu birlikteliklerin birçoğu, üyelerin, hem birbirine hem de birliktelikte mevcut olan değerlere olan sadakatlerine dayanmaktadır.
Bireylerin bir kısmında bu türden birlikteliklere yönelik sıkı bir aidiyet ve bağlılık, sadakat ilişkileri mevcut değildir. Mesela bir kişi, resmiyette bir ailenin ferdi olsa da, pratik hayatındaki davranışlarını aile bireylerinden bağımsız olarak, hür ve serbest bir şekilde yaşayabilir. Bu tür bireyler, kendi hayatında rehber olacak, yaşantılarını yönlendirecek doğru telakkilerini, diğer insanlarla da etkileşim içerisinde bizzat kendileri belirlerler.
Klasik liberal felsefeye göre, ailenin de içinde yer aldığı, toplumsal gruplarla kişiler arasındaki ilişkilerin iki yönünden söz edilebilir.
Birincisi, aile de dâhil farklı toplumsal kurumların/birlikteliklerin, merkezî devlet iktidarına karşı bireyler için siper vazifesi görmesi. Bu tür birliktelikler, birey için devlete karşı koruyucu zırh işlevi görmekte, devlet bu şekilde birey lehine sınırlanmaktadır. Bireyi devlete karşı koruma amacına yönelik olarak aileyi güçlendirici politikalar geliştirilebilir. Bu durumda, devletin bireylere müdahalesine karşı ailenin güçlendirilmesi önem arz etmektedir.
İkincisi, klasik liberaller, aile ve diğer toplumsal birlikteliklerdeki birey davranışlarını etkileyebilecek değerlere karşı bireylerin korunmasını, bir diğer ifadeyle bu birlikteliklerde mevcut olan değerlerle bireysel tercihler arasında çatışma çıktığında bireysel tercihlerin üstün tutulmasını savunmaktadırlar. Dolayısıyla, klasik liberaller, bireyi, kolektif yapılardan daha önemli görürler. Buna aile de dâhildir; yani aile kurumu içerisinde mevcut olan geleneksel değerlerle bireylerin tercihleri farklılaştığında, başkalarına zarar vermediği takdirde, bireylerin tercihleri üstün tutulur.
Klasik liberal felsefeye göre, aile içi değerlerin korunması yönündeki fikirlerin savunulması, bu değerlerle uyumlu bir yaşantının sürdürülmesi de hukuki güvence altındadır. Fakat bireysel tercihler, aile içi değerlerin korunması gerekçesi ile sınırlandırılamaz.
Klasik liberalizmde hürriyet, tercih hürriyeti olarak kabul edilir; bireyler, herhangi bir tercihte bulunurken, başkaları tarafından fizikî bir engelle sınırlanmamışlarsa, hürdürler.
Liberal felsefede önemli kavramlardan biri hoşgörüdür. Hoşgörü, başkalarına farklılıklarından dolayı hoş görü ile muamele etmeyi, onların farklı fikirlerine ve yaşantılarına tahammül etmeyi lüzumlu kılar. İnsanlar, mutabık olmadıkları fikir, konuşma ve davranışlara müsaade etmeye gönüllü olmalıdırlar. Bu telakkide, toplumdaki ahlaki, dinî, kültürel, siyasî, felsefi vb. çeşitlilikler olumlu karşılanır. Bu farklılıklara bir yandan tahammül edilirken, diğer yandan da bireyler, bu farklılıklara yönelik ifade hürriyeti kapsamında eleştiriler getirebilirler.
Liberal ideolojide temel kavramlardan biri de çoğulculuktur. Çoğulculuk temelli liberal rejimlerde, siyasî açıdan değerler hiyerarşik değildir; yani, bazı değerler, diğerlerinden daha üstün görülerek kamusal koruma altına alınamaz ya da topluma dayatılamaz. Felsefi, siyasi, dînî vb. temelli değerler çoğulculuğu söz konusudur.
Değerler çoğulculuğu, toplumda farklı değerlere sahip birey ve grupların hayat tarzlarının hukuk tarafından korunması ve bu kişi ve grupların hukukî sınırlar çerçevesinde siyasî faaliyette bulunabilmesi manasına gelir. Bu telakkide, farklı hayat tarzlarının ve bundan türeyen siyasî yönelimlerin, temel hak ve hürriyetler çerçevesinde meşru talepler oldukları kabul edilir.
Klasik liberal felsefeye göre, cinsellik ve cinsel tercihler konusunda, başkalarına zarar vermemek şartıyla, kişiler, rızaya bağlı olarak geniş bir tercih serbestisine sahiptirler. Başka bireylere zarar vermedikçe, cinsel tercihler, aile ile alakalı değerlerin ya da sair toplumsal çıkarların korunması adına sınırlanamaz. Bu sebepledir ki, klasik liberalizmle feminizm arasındaki günümüzde de devam eden sıkı bir birliktelik mevcuttur.
İstanbul Sözleşmesi kapsamında güvence altına alınan, cinsel yönelim ya da tercih, toplumsal cinsiyet eşitliği, eşcinsel evlilikler, nikâh dışı birliktelikler ve diğer her türlü cinsel davranışlar, başkalarına zarar vermedikçe ve rızaya bağlı olarak serbesttir. Klasik liberal devlet, dînî ya da teamülî değerleri gerekçe göstererek bu fiilleri yasaklayamaz. Aile birliği ve aile içi değerlerin korunması gerekçesi, bu fiillerin yasaklanmasını meşrulaştırmaz.
Bu ideolojiye göre, kişiler, nikâhlı olarak aile birliğini sürdürürlerken, başkaları ile de cinsel ilişkilerini sürdürebilirler. Bu fiillere bir cezaî yaptırım uygulanamaz. Olsa olsa bu fiiller aldatma kapsamında eşler arasında boşanma sebebi kabul edilir.
Bu telakkiye göre, kişiler dilediği zaman cinsiyet değişikliği yapabilirler. Bir kişi, her gün bir başka cinsle ya da hemcinsi ile cinsel birliktelik gerçekleştirebilir. Bazı liberallere göre, evlenme yasağı olan kişiler arasındaki cinsel ilişki ve evlilikler yasaklanamaz. Bazıları ise evlenme yasağı olan kişiler arasındaki cinsel ilişkilerden doğacak çocukların büyük ekseriyetinin engelli olması sebebiyle, doğacak çocukların sağlığını gerekçe göstererek, evlenme yasağı olan kişiler arasındaki ilişkilerin yasaklanmasını onaylamaktadırlar.
Klasik liberal felsefeye göre, insanlar hayatlarını, başkalarına zarar vermemek ve diğer kişilerin rızasına dayanmak şartıyla, kendi tercihlerine uygun şekilde yaşayabilirler.
Klasik liberal felsefenin, uygun gördüğü cinsel tercih hakkı ve aile yaklaşımından aile kurumu çok büyük hasarlar görmüştür. Özellikle İstanbul Sözleşmesini imzalayan Batılı ülkelerle diğer ülkelerde ve Amerika kıtasında, nerede ise nikâhlı aile yaşantısı istisnai birliktelikler düzeyine yaklaşmaktadır. Nikâh harici birlikteliklerle eşcinsel evliliklerde ciddi düzeyde yayılmalar mevcut. Ayrıca bu ülkelerde evlik harici birlikteliklerin özendirilmesi yönünde de çok yoğun çabalar söz konusudur.
Kısaca ifade etmek gerekirse, klasik liberal felsefenin aile ve cinsellik hakkı telakkisi, aile kurumunu ciddi manada önemsizleştirmiştir. Cinsel tercihlerdeki yaygınlaşmanın hak düzeyinde korunması, nikâhlı ailelerin sonunu yaklaştırmaktadır.
Aile kurumunun olumsuz yönde etkilenmesi neticesinin ortaya çıkmasına sebep olan bu ideolojide, bireyler, nikâh temelli aile kurumunun önemini idrak ederek, ailenin korunması yönünde çabalar sarf edebilirler. Sivil toplum oluşumları, çeşitli etkileme ve ifade araçları yoluyla, nikâhlı aile kurumunu koruyucu yöndeki fikirleri güçlü şekillerde ortaya koyarak, devleti ve toplum etkilemeleri söz konusu olabilir. Klasik liberal felsefe bu yöndeki çabaların yapılmasına mani değildir. Önemli olan, şiddete yönelmeksizin, ifade hürriyeti yoluyla toplumun geniş kesimlerinin ikna olmasıdır.
Ailenin korunması yönündeki yoğun çabalar neticesinde, bazı sağlam temellere ve gerekçelere istinad edilerek, devlet klasik liberal felsefeden kısmen saparak aile kurumunun korunması yönünde politikaları benimseyebilir. Özellikle, bireyler yönünden de önemi vurgulanarak, aile kurumunu koruyucu yönde politikalar geliştirilebilir. Bu politikalardan, cinsel tercihler de, değişen ölçülerde etkilenebilir, bu kapsamda cinsel tercihlere yönelik bazı sınırlamalar yapılabilir.
Toplumlar, statik değil dinamik yapıya sahip oldukları için, ailenin, toplum ve birey yönünde haiz olduğu önem, liberal toplumlarda da zamanla layıkıyla kavranabilir. Toplumun çoğunluğunda, yaşanan acı ya da tatlı gerçeklikler ve fikrî etkileşimler neticesinde, ailenin, birey ve toplum yönünden öneminin yaygın ve güçlü bir şekilde idrak edilmesi halinde, devletlerin, bu taleplerle uyumlu politikalar geliştirmeleri, bu bağlamda, liberalizmin kısmi dönüşüme maruz kalması söz konusu olabilir. Tıpkı klasik liberalizmden sosyal liberalizme geçişte olduğu gibi. Bu yöndeki toplumsal taleplerin devletler tarafından karşılanması neticesinde, devletle toplum arasında yaşanabilecek çatışmaların yerini devletle toplum arasındaki uyumluluk alacaktır.
İnsanlar değişkendirler. Bireyler, bazı dönemlerde nefsani arzularının, haz alma hislerinin hoşuna giden bazı davranışların, hayat pratikleri içinde bazı mahzurlarını görmeleri halinde, belli bir dönemde olağan gördükleri bazı davranışlardan imtina edebilirler. Klasik liberal felsefeye dayalı devletler de bundan istisna değildir. Yeter ki toplumun çoğunluğunda klasik liberal felsefeden kısmen sapmayı lüzumlu gören toplumsal şartlar olgunlaşarak ortaya çıksın. Aile ve cinsel tercihler de burada bahsini ettiğimiz hususun kapsamı dışında değildir. Dolayısıyla, klasik liberal felsefe ile hayatlarını şekillendiren toplumsal kesimler, sosyal liberal ya da muhafazakâr ideoloji ile uyumlu bir hayat tarzına dönüş yapabilirler. Tabiî ki, bu yöndeki belirlemelerim, bir öngörü değil, sadece bir ihtimalden ibarettir.
HOCAM YAZINIZDAN ÇOK İSTİFADE ETTİM.KALEMİNİZE SAĞLIK.ÇOK TEŞEKKÜRLER.