Geçenlerde birileri çıktı, son Osmanlı Sultanı Vahideddin Han’a hain dedi. Bunun üzerine siyaset gündeminde şiddetli tartışmalar oldu. Sosyal medya ve televizyon kanallarında da mevzu tartışıldı, tarihçiler de kısmen tartışmaya katıldılar.
Bu mevzu uzun yıllardır temcit pilavı gibi gündeme getirilir ve tartışılır. Ne kadar tartışılırsa tartışılsın hain diyenler, hain demeye devam edecek ve bu tartışma bir sonuca bağlanamayacaktır. Böyle giderse daha çok yıllar Sultan Vahideddin hain miydi, değil miydi tartışması yapacağız. Çünkü konu tarihin konusu olmaktan çok siyasi malzeme haline dönüştürüldü. Hatta geçenlerde bir siyasetçimiz “Bugünkü mücadele Vahideddin’in gemisine binenlerle, Mustafa Kemal’in büyük vizyonunun peşinden gidenlerin mücadelesidir,” dedi. Bu üslup ayrıştırıcı bir üsluptur. Bu ülkede böyle bir mücadele yok. Vahideddin’in gemisine binip giden de yok. Bu ülkede herkes cumhuriyetçi. Ben bugüne kadar saltanatı geri getirelim diyen bir tek Türk vatandaşına rastlamadım. Tarihi olaylara ayrıştırıcı bir dille değil, bütünleştirici bir nazarla bakmak gerekir. Tarih hepimizin ortak geçmişidir.
Tarih araştırmaları belge ve bilgiye dayanır ve uzmanlık gerektirir. İdeolojik bir nazarla tarihi olayları yorumlamak bizleri yanılgıya götürür. Buradan da bir yere varamayız. Bir kısır döngü halinde tartışır dururuz.
Osmanlı Türkçesi bilmeyen, Osmanlı arşivlerine vukufiyetleri olmayan, harf inkılabından önceki meclis vesikalarını orijinalinden okuyamayan, hatta kendi milli marşını ve Nutuk’u ilk yazıldığı alfabeyle okuyamayan bir sürü zevat çıkıyor, tarihi olaylar hakkında hüküm veriyor, yafta takıyor, adeta racon kesiyor.
Sultan Vahideddin; ağabeyi Sultan Mehmet Reşat’ın vefatı sonrası 3 Temmuz 1918’de 57 yaşında tahta çıkarıldı. Meclis huzurunda yemin ederek görevine başladı. Aslında padişah olma ihtimali yok gibiydi. Ancak Veliaht Yusuf İzzeddin Efendi’nin henüz aydınlatılamayan ölümü üzerine veliahtlık makamına yükseldi. Veliahtlığı sırasında yaveri Mustafa Kemal Paşa ile Avrupa seyahati yapıyor. Bu seyahat birbirlerini daha çok tanımalarına vesile oluyor.
Tahta çıktığında Birinci Dünya Savaşı iyi gitmiyordu. İttihatçı hükümetin istifasını istedi. Yeni kurulan hükümette Mustafa Kemal Paşa’nın grubundan Rauf Orbay ve Fethi Okyar Beyler de görev aldı.
Filistin ve Suriye elden çıkmış,
Anadolu tehdit altındaydı.
Mustafa Kemal Paşa, yine bu dönemde, önemli bir görev olan Yıldırım Orduları Başkomutanlığı’na getiriliyor.
Savaşın suçlusu elbette Sultan Vahideddin değildi. O, tahta çıktığında zaten savaş kaybedilmiş ve bitmek üzereydi.
Mustafa Kemal Paşa da padişaha çektiği telgraflarda barıştan başka bir çarenin kalmadığını bildiriyordu.30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı. Yani Vahideddin’in padişah oluşundan dört ay sonra.
Savaşa girmemize sebep olan ve savaş sırasında ülkeyi yöneten İttihat ve Terakki hükümetleriydi. Sultan Vahideddin’in bunda bir dahli ve sorumluluğu yoktu.
Gelelim Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkması meselesine. Yıllarca ülkemizin okullarında bizlere, Mustafa Kemal Paşa’nın pusulası, feneri dahi olmayan, kırık dökük bir vapurla, kimseden izin almadan, gizlice, hatta İngilizlerden dahi gizli bir şekilde, sanki tek başına Samsun’a gittiği öğretildi. Böyle bir algı oluşturuldu.
Bunun kocaman bir yalan olduğu resmi belgeler ortaya çıkınca anlaşıldı. Bu sefer de “bunları bilmeyen mi var” diyerek yalanlarını örtbas etmeye çalıştılar.
Mustafa Kemal Paşa, tarihte Köprülüler’den başka kimseye verilmeyen olağanüstü yetkilerle donatılarak, 9. Ordu Müfettişi olarak, Sultan Vahideddin tarafından Anadolu’ya gönderiliyor. İngilizlerden vize alınıyor. Atama kararnamesi 5 Mayıs 1919’da Resmî Gazete’de yayımlanıyor. Kararnamede Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın ve Sultan Vahideddin’nin imzası var. Beraberlerinde 23 rütbeli subay, 25 er ve astsubay, 6 at, 3 de otomobil var. İhtiyaç duyacakları maddi imkânlar da sağlanıyor. Ayrıca yanlarında hizmetlerini görecek kişiler de var.
Bu belgeler yayımlanınca, bu sefer de “bu bir devlet operasyonudur, sadece müfettiş olarak gönderilmiştir. Padişahın bunda fazla bir dahli yoktur, hatta zorla imzalamıştır” gibi teviller yapmaya başladılar.
Peki, bir müfettişe bu kadar olağanüstü yetki verilmesi düşündürücü değil mi?
Ayrıca Sultan Vahideddin ile 15 Mayıs günü yaptıkları görüşmede, Vahideddin’in “Paşa, vatanı kurtarabilirsin!” dediği, artık herkes tarafından kabul ediliyor. Eski bir Genelkurmay Başkanımız da padişahın Mustafa Kemal’e böyle söylediğini doğruladı. Ancak o da tevil yaparak “padişahın vatan olarak kastettiği yer İstanbul’dur,” dedi.
1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından saltanat kaldırılır. Artık Vahideddin padişah değildir. Hiçbir yetkisi ve etkisi kalmamıştır. Sıradan bir insan olmuştur. Hayati tehlikesi vardır. Linç edilme ve öldürülme ihtimali vardır. Bir süreliğine ülkeden ayrılmanın kendisi ve memleket için daha hayırlı olacağını düşünür ve 17 Kasım 1922 yılında bir İngiliz gemisi ile İstanbul’dan ayrılarak Malta’ya gider. Eğer gitmese, idam edilmez, ölmez ve hayatta kalabilirse 3 Mart 1924’teki sürgün kararıyla zaten sürgün edilecekti. Bu tarihten sonra Osmanlı Hanedanı’nın tamamı (164 kişi) çocuklar, yaşlılar ve hastalarda dahil acıklı bir şekilde sürgün edilmiştir.
Bir süre sonra Hicaz Emiri’nin daveti üzerine Mekke’ye gider. Ancak bu davetin arkasında Hicaz Emiri’nin bir takım art niyet ve planlarının olduğunu, yani taşıdığı halifelik unvanını üzerinden almak istediğini fark eder. Bunun çok tehlikeli ve Türkiye aleyhine bir durum oluşturacağını düşünür ve rahat bir hayat yaşayabilecekken oradan ayrılır.
Bir İtalyan kasabası olan San Remo’ya giderek oraya yerleşir.
Bir gün oğlu ve torunu bahçede bir marş söylemektedirler. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa” marşını çocuklar “Kahrol Mustafa Kemal Paşa” diye söylemektedirler. Bunu duyan Vahideddin çocuklara çok kızar ve onlara çok sert tepki gösterir. Sakın bir daha böyle şeyler söylemeyin. “Ben paşama ve Türk askerine laf söyletmem” der.
Vahideddin Han yurt dışında Türkiye ve Mustafa Kemal Paşa aleyhine en ufak bir faaliyette bulunmaz. Herhangi bir eyleme geçmez, olumsuz propaganda yapmaz. Zaten yabancı bir lisanda bilmemektedir. Sade ve yoksul bir hayat yaşar. Vatandan ayrılışa, yaşadığı üzüntü ve sıkıntılara daha fazla dayanamayarak 16 Mayıs 1926’da parasız, yoksul ve sefalet içerisinde ölür. Borçlarından dolayı cesedi rehin tutulur. Daha sonra borçlar bir şekilde ödenir. Eski Osmanlı eniştesi olan o günkü Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet Nami Bey’in de aracılığıyla naaşı Şam’a getirilerek, dedelerinin yaptırdığı Süleymaniye Külliyesinin haziresine defnedilir.
2007 yılında yapmış olduğum bir Şam seyahatinde mezarını ziyaret etmek ve bir Fatiha okumak şahsıma da nasip oldu. Mezarının bakımını da maaşlarını Suriye Vakıflar Bakanlığı’nın ödediği bir aile yapıyor.
Ülkeden çıkarken tek bir eşya dahi götürmemiş, sadece şahsi parası olan 30.000 İngiliz lirası ile çıkmıştır. İstese devletin hazinelerini götürebilirdi. Ancak bunu yapmamıştır.
Ölüm haberi Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya Adana’da akşam sofrasına oturmak üzereyken ulaşır. Telgrafı okur ve şöyle dediği rivayet edilir. “Çok namuslu bir adam öldü. İsteseydi Topkapı’nın bütün cevahirini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki…”(Kaynak: Murat Bardakçı)
Son olarak şunu diyebiliriz. Sultan Vahideddin; hain değil, talihsiz, mazlum bir padişah ve vatan dostuydu. Torunlarının anlattığına göre kendini feda etmiş. “Devlet kurtulsun da ne olursa olsun dermiş. Ben kendimi siper yaptım, paratoner yaptım, Bütün şimşekleri üzerime çekeyim fakat devlet kurtulsun” dermiş.
Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
Maşallah, çok istifadeli bir yazı olmuş. Yazarı, tebrik ediyorum..
Müellif Bey efendiyi tebrik ediyorum. Paradoks bir meseleyi gayet anlaşılır bir şekilde kronolojik bir tarz ile yazmış. Evet S. Vahideddin hassasiyetli, şerefli bir devlet aramıdır. Vatanı için her türlü feregatı yapmıştır. Ruhu şâd olsun.
Sayın Hocam,kaleminize ve gönlünüze sağlık.
Allah rahmet eylesin.. Hain diyenler düşünsün kimin ne iftira ettiklerini ve birgün bu iftira etmenin cezası olacağını bilmeliler.
Eline emeğine sağlık değerli gardaşım
Eli sağlık çok güzel bir çalışma olmuş
Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
Eline sağlık Ekrem hocam istifadeli bir yazı olmuş.
Eline diline sağlık sayın hocam. Yanlış düşünülen birçok şeyi aydınlatmışsınız. Verdiğiniz bu bilgilerden dolayı insanları aydınlattığınızdan dolayı teşekkür ederiz.
yalan söyleyen tarih utansın diyorum….. ideolojik bir savaş bu, hain diyenlerin niyetleri belli.Rabbim mekanını cennet eylesin…
Kaleminize sağlık, çok güzel ve anlamlı bir yazı olmuş.