Türkiye İstatistik Kurumu, nüfus verileri açıklandı. Yıllık nüfus artış hızı 2022 yılında binde 7,1 iken, 2023 yılında binde 1,1 oldu. Türkiye nüfusunun ortanca yaşı 34’e yükseldi. Toplumsal yaşlanma ile ilgili yapılan bir araştırma, 2000 yılında 25,8 olan ortanca yaşın, 2021 yılında 33,1’e yükselmesini ülkemizdeki yaşlanmanın en önemli kanıtlarından biri saymıştır.[1] Nüfus artış hızındaki tehlikeli düşüş aslında işaretlerini çok önceden vermişti. Bu konuda yapılan akademik çalışmalara “nüfus yaşlanması” ve “toplumsal yaşlanma” anahtar kelimeleriyle bakılabilir. Problem “insan kaynaklarının erimesi” olarak da adlandırılabilir.[2]
Sıkıntı sadece yaşlanmanın hızlanması da değildir, eğitim sistemi insanı yalnızlaştırmaktadır. Modern eğitim, insanı toplumdan tecrid edip bireyleştirmeye ve kariyer yarışına dayanıyor. Bu yarışta hedef, zirveye ulaşmaktır. Zirve, bireyin sadece kendisinin bulunduğu başkalarının bulunmadığı bir üst hayali mekandır. Hedefin yalnızlaşmaya dayanması yolculuk süresince de yalnızlaşmaya sebep olmaktadır. Kariyer insanın bir yalnızlaşma yolculuğudur. Yalnızlaşmayı özendiren eğitim nizamının sonuçları nüfus verilerine de yansımaktadır. Yalnız yaşayan fertlerden oluşan tek kişilik hane halkı oranı 2014 yılında %13,9 iken, 2022 yılında %19,4’e yükselmiştir.[3] Maaşı ve imkânı olduğu halde bir konutta tek kişi olarak yaşayanların artması ve nüfusun beşte birine tekâbül etmesi hayra alamet değildir.
Tarım ve istihdam ekonomisinden uzaklaştırılmamız nüfusumuzun sürdürebilirliğinden vaz geçmemiz anlamına gelmektedir. Devam etmesinde ısrar edilen eğitim ve istihdam düzeni, bu sonucu doğurmaktadır. Türkiye uzun vadede genç bir nüfusa sahip olan bir ülke olmaktan çıkacaktır.[4] Tarım ekonomisinden uzaklaşma nüfusun azalması ve hızlı yaşlanma anlamına geliyor. Geldiğimiz noktada tarım ve hayvancılık, sadece göçmen işçilerin çalıştırılabildiği bir sektör haline gelmiştir. Çünkü eğitim sistemi, tarımı değil bilişim teknolojilerinde çalışmayı bir değer olarak sunmaktadır. Türkiye’nin savunma sanayiinde milli üretim oranının yüzde seksenlere dayandığını konuşuyoruz. Ancak savunma sanayii netice itibariyle bilişim teknolojisine dayanmaktadır. Bilişim teknolojisi de sonuç itibariyle çip üretimine dayanıyor. Çip üretiminde ABD tekeli, Çin dahil dünyanın herhangi bir ülkesi tarafından tam olarak kırılabilmiş değildir. Bu durumda savunma sanayiinde yüzde seksenlere ulaştık demeniz de havada kalmaktadır. Çünkü savunma sanayiinizin elektronik donanımları için gerekli olan çipleri kendiniz üretmiyorsunuz. Ulus devletlerin bilişim ve savunma sanayii ile ilgili bir yarışın içine dahil edilmesi ne anlama geliyor? Üretiminde yüzde yüzlere ulaşamayacağımız bir alanda yarışa girmişiz. İçine girdiğimiz bu yarış bizi tarıma dayalı ekonomiden uzaklaştırıyor.
2023 verilerine göre nüfusun sadece yüzde 6,99’u belde ve köylerde yaşamaktadır. [5] Belde ve köy nüfusundaki azalmanın önüne geçilememesi de hayra alamet değildir. İnsan kaynaklarımız tarım ve hayvancılığa dayalı üretimden hızla uzaklaşıyor, böyle giderse köylerde insan kalmayacak. Uzaya astronot göndermiş olmanın herhangi bir ülkenin marka değerini artırdığı ve marka değeri yükselmiş ülkenin hazine bonolarının para piyasalarında daha çok tutulduğu doğrudur. Ancak insan kaynaklarının erimesi ve üretimden kopması, telafisi kolay olmayacak büyük bir kayıptır. Herhangi bir ülkede nüfus artış hızı tehlikeli biçimde düşüşe geçmişse öncelikle eğitim düzenini sorgulamak gerekir.
Nüfus Değer İlişkisi
2010’lardan sonra toplumun manevi demografisinin değiştiğini bir eğitimci olarak fark etmiştik. Manevi demografi ile gençliğin, başkalaşım, dönüşüm eksenine girmesini kastediyorum. Bir toplumda sokakta çıplaklık ve cinsellik yaygınlaşmışsa, arkadaş kültürü evlilik kültürünü bastırmışsa ortada bir tehlike var demektir. Kendine ve ecdadına benzeyen bir gençlikten ziyade İngiliz’e, Fransız’a, Alman’a, İtalyan’a, Slovak’a benzeyen bir gençlikle karşılaştık. Sokaklara rengini veren bu gençliğin bir başka özelliği de çalışıp üretme, alnını terletme, evlenip sorumluluk alma gibi faaliyet ve teşebbüslere sıcak bakmaması idi. Neden böyle oldu? Dinin tüm değerlerin de üstünde bir değer olarak yer alması gerekir. Dinin en üste değer olarak verilmeyişi doğruluk, adâlet, diğerkâmlık, yardımseverlik gibi değerleri de birbirinden bağımsız ve sahipsiz kılmaktadır. Tüm değerler din ile anlam kazanmaktadır. Çünkü din, bizi yokluktan varlık alemine çıkarak müteâl varlığa karşı samimiyetimizi sunma ve O’ndan bir mükâfat ve karşılık bekleme imanı üzerine kuruludur. Kendisini var eden müteâl ve tek varlık ile samimi ilişki ve O’na karşı yolculuk, insanı hem değerli kılıyor hem de kafasında ve kalbinde bütün anlamlar yerli yerine oturuyor. Dinin tüm değerlerin üstünde bir değer olarak yer almadığı eğitim sistemlerinde “güç”, bir değer olarak dinin yerini alıyor. Din yani insanların Allah’la olan içi samimiyetle doldurulmuş ilişkisi en üst değer olmaktan çıkmışsa gücün somutlaşmış şekli olan devlet, en üst değer koltuğuna oturuyor. Devletin bekâsı için her şeyin yapılabileceği hatta dinin de feda edilebileceği zihinlere kazınıyor. Devletin bekâsı için her yolun mübah olması, dini hayatı bitirir. Ünlü Hanbeli Fakihi Haccâvî (ö. 968/1560), dinin en üst değer olmadığı yani Dâru’l-islam olarak nitelenemeyecek ülke için “dârü kahr ve ibâha” tabirini kullanmıştır.[6] Bunu “dini değerlerin yenilgiye uğradığı ve dinin günah saydığının mübah sayıldığı ülke” diye de anlayabilirsiniz. Dinin günah saydıklarını mübah sayan bir hukuk sistemiyle evlilikler ve nüfus artmaz. Meşru evliliğin karşısında arkadaşlık kültürünün desteklendiği bir ülkede evlilikler de nüfus da artmaz. Evlenme müessesesinin zorlaştırıldığı bir ülkede nüfus eksilir. Ergenlik sonrası karma eğitimin on sekiz yaşına kadar zorunlu, buna karşılık 15-18 yaş arası evliliğin yasak, zinanın ise yasal olduğu bir ülkede hızla yaşlanmanın dışında bir sonuç beklenemez. İnsanın cinsî hayatı ergenlikle birlikte başladığı halde uzun eğitim süresi sebebiyle genç nüfusun evlenmesi ya da iş sahibi olabilmesi 25 yaşından aşağı olamamaktadır. Ortalama ilk evlenme yaşı 2022 yılında erkeklerde 28,2 iken kadınlarda 25,6 olmuştur.[7] Bu durum ne anlama gelmektedir? Eğitim ve istihdam düzeni evliliği değil arkadaşlığı ve sorumluluktan kaçışı özendirmektedir.
Din nüfusa değer verir, doğan her çocuğu Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarının bir tecellisi olarak görür. Dinden bağımsızlaşma, nihilizme götürür. Dikkatle düşünülmesi gereken husus şudur: Allah her şeyin ölçüsüdür diyenler varlıktan ve varoluşun sürmesinden yana tutum belirlemektedir. Bunlar Allah merkezli bir değerler dünyasına sahiptirler; nüfusun artmasından rahatsızlık duymadıkları gibi, her doğan çocukla sevinmektedirler. Tuhaftır ki nüfustan en çok rahatsızlık duyma hali “insan her şeyin ölçüsüdür” diyenlerden çıkmaktadır. Bunlar varlıktan ve varoluşun sürmesinden rahatsız olurlar. Her doğacak çocuğu daha önce doğmuş olanların konforunu azaltan bir engel olarak görürler. Dünyada nüfus planlaması programlarına en çok sahip çıkan ve yürütenler, Allah’ı değil insanı her şeyin ölçüsü olarak görenlerdir.
Küresel Değerlerin Nüfusa Etkisi
Gençlik dinden uzaklaştırıldı nereye yöneldi? Kanaatimize göre gençlik dinden bağımsızlaştırılmış milliyetçiliğe yöneldi. Seküler milliyetçi partilerin oy oranlarında yükseliş oldu. 1980 öncesi ve sonrasında milliyetçiliğin bu kadar lâdînî karakterli olduğu günleri hatırlamıyorum. Milliyetçi partilerin sayıları ve oy oranları arttı. Hepsinin ortak yanı “kurtarıcımız sayesinde kurtulduk” repliğini tekrar edip durmaktır. Dinden bağımsız milliyetçiliğin yükseliş nedeninin iç dinamikler değil, dış dinamikler olduğunu düşünmekteyim. Eskiden eğitimde istihdamda aile düzeninde küresel standartlara uyulmadığı zaman işgalci güçlerin komiserliğini sol guruplar yapardı. Mesela 28 Şubat sürecinde kesintisiz sekiz yıl zorunlu eğitim kanununu çıkarmak için “çocuk işçi çalıştırılıyor” diye kıyamet koparanlar sol guruplardı. Kökü dışarıdan gelen bir söylemle, bağırıp çağırdılar. Sesleri fazla çıktığı için devlet de onları dinledi, genç nüfusu okulda tutmaya ağırlık verdi. Zorunlu eğitim önce sekiz yıla daha sonra on iki yıla çıkarıldı. Mesleki eğitim çöküşe geçti, sanayide çalışacak çırak bulunamaz oldu. Hayatın sürdürebilirliği için zorunlu sanatları dahi yapabilecek ara eleman bulunamaz oldu. Şimdi aynı söylemleri milliyetçi sağ sendikalar da savunur hale geldi. Hasat zamanı tarlada babasına yardım eden çocuğu ya da kuzu güden çocuğu her iki gurup ta “çocuk işçi çalıştırma” sayıyor. Evlenen erkeğin yaşı on sekizi tutmuyorsa milliyetçi sağ da solcular da bunu cinsel istismar sayıyor artık. Her iki gurup için de zina ve kürtajın suç olmaması vicdânı kanatan bir durum değil. Buna mukabil çocuk işçi çalıştırma ve 18 yaş altı evlilik büyük suçtur. 18 yaş altı evlilik o kadar büyük suçtur ki işleyenin yakasını kurtarması imkansıza yakın zordur. Epstein adasında macera yaşayanlar yakayı kurtarır, onlar kurtaramaz. Bu iki örneği niçin verdim? Nüfus açısından küresel güçlerin oluşturduğu standardın, içimizdeki dinden bağımsızlaşmış gurupları nasıl etkilediğini göstermek istedim.
Gençlik niçin evlenmiyor, sorumluluk almıyor, iş beğenmiyor, beden işinden kaçıyor? Devlet on altı sene yatırım yapmış, genç evladımız uzman olmuş; yüksek parayı gördüğü zaman neden hemen Avrupa’ya Amerika’ya kaçıyor? Verdiğiniz değerler eğitimi onu bu vatan topraklarında tutmaya ve hizmet ettirmeye yeterli değil demek ki? Kurduğunuz eğitim sistemini sorgulamanız gerekmez mi? Ne ektiniz de ne bekliyorsunuz? Tutturmuşsunuz bir “kurtulduk edebiyatı”, dinden bağımsızlaşmayı kurtuluş saymışsınız. İşgalci güçlerin hukuk ve eğitim düzenini harfiyen uygulayarak nasıl kurtulabilirsiniz?
Türkiye’nin İslam coğrafyaları içinde güvenli ülkelerden biri olduğu doğrudur. Ama ülkemizin küresel insan mühendisliğinin en çok yapıldığı ülke olduğu tespiti de doğrudur. İslam coğrafyalarına bakarsak küresel güçlerin insan mühendisliği yapabildikleri ülkelerde iç savaşların ya hiç olmadığını ya da çok az olduğunu görürüz. Nüfusu iki milyar Müslüman dünyanın kuvvetli ve zayıf yanları, fırsatları ve tehditleri var. Tüm engellemelere, zorluklara rağmen nüfus varlığını Allah’ın izni ile sürdürebiliyor olması Müslüman dünyanın kuvvetli yanıdır. Müslüman dünyanın kuvvetli yanlarının en az gösterildiği, zayıf yanlarının en çok öne çıkarıldığı ülke de Türkiye’dir.
Nüfus ve Eğitim
Ülkemizde 80’li yıllarda öne çıkan nüfus planlaması uygulamasında mesafe alınmıştır. Zorunlu eğitim de bir tür nüfus planlamasıdır. İstihdamı erteleme ve öteleme üzerine kurulu tüm programlar, nüfus planlamasına girer. İstihdamın ertelenmesi evliliğin de ertelenmesi sonucunu doğuruyor. Müslüman aklın inşa ettiği medeniyetlerde “evlenme”, hayat yolculuğunda gençler için yapılması zorunlu bir gündem maddesi idi. Günümüzde evlenme, gençler için gündem değerini kaybetmiştir. Zorunlu eğitimin on iki yıla çıkarılması büyük bir facia idi. Mesleki okullar hariç koskoca dört yılın tek anlamı, üniversite sınavına hazırlanmaktır. Bir merkezi sınav hazırlığı dört yıl mı sürer? Üniversite kapısında giriş için beklemek insanın ömründen bu kadar yıl çalmalı mı? Türkiye, Üniversite giriş sınavını kaldırarak eğitim bağımsızlığını ilan edebilir. Bu kararın üniversiteye giriş için lise mezunu olma şartının kaldırılması ile birlikte alınması gerekir. Önemli olan üniversiteyi bazı nitelikleri kazanarak bitirebilmek olmalı değil midir? Genç nüfus, ömürlerinin en verimli çağını zorunlu 12 yılı doldurmak için tüketiyor. Her üniversite, öğrenci kabul sınavını kendisi yapsa ne zararı olur? Torpil olur ve hak etmeyen üniversiteye mi girer diyorsunuz? Başarısızı başarılıdan ayıklama düzeni üniversitede tam uygulansın bir zararı olmaz. Eğitim sisteminiz bekleme koridoruna dönüşmüş. Ortaokullar Liselere Geçiş Sistemi (LGS) bekleme koridoru olmuş. Her şey “zaman doldurma” üzerine kurulu. Liseler de üniversiteye giriş bekleme koridoru olmuş. TÜİK kurumu “Türkiye’de doğuşta beklenen yaşam süresi 77,5” olarak açıklamıştır.[8] Buna “ortalama ölüm yaşı” da denilmektedir. Ortalama ömrün yüzde on beşi zorunlu eğitimde geçmektedir. Genç neslin öğütüldüğü ve en verimli yıllarını üretimde geçirmediği bir toplumda nüfus da artmaz. Beden işinde çalışmanın hakir görüldüğü bir toplumda nüfus artmaz. Gençlerin beden işinde çalışmayı zül gördüğü, tatil yapıp eğlenmeyi hayatın en büyük amacı gördüğü bir toplumda nüfus artışı olmaz.
Kur’an’da Nüfus ve İskân
Nüfus, iskâna ve imara elverişli bir toprak parçasında korunur ki biz buna vatan deriz. Kur’ân-ı Kerim’de geçen “bevvee/بَوَّأَ ” fiili bir toplumun herhangi bir toprak parçasına yerleştirilmesi anlamına gelmektedir ki nüfus ile alakası vardır. Kelimeyi biraz derin araştırdığımızda bu yerleştirmenin basit bir iskân olmadığını anlıyoruz. Bu fiil “bâe/ باَءَ” masdarından gelmektedir. “Bâe” topluma ilan edilmiş meşru evlilik/nikah demektir.
يَا مَعْشَرَ الشَّبَابِ، مَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمُ الْبَاءَةَ فَلْيَتَزَوَّجْ، فَإِنَّهُ أَغَضُّ لِلْبَصَرِ، وَأَحْصَنُ لِلْفَرْجِ، وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَعَلَيْهِ بِالصَّوْمِ، فَإِنَّهُ لَهُ وِجَاءٌ
Yukarıdaki hadis metninde Hz. Peygamber “Ey gençler topluluğu, sizden evlenmeye gücü yetenler hemen evlensin. Çünkü evlenmek iffeti korur. Evlenmeye gücü yetmeyenler oruç tutsun. Çünkü orucun şehveti kıran bir yanı vardır”[9] buyururken “nikâh” kelimesini değil “bâe/ البَاءَةَ” kelimesini bilinçli olarak kullanmıştır. “Bâe/ البَاءَةَ”, çoluk çocuğa karışma, akraba edinme, torun sahibi olma, nesli devam ettirme kastı ile evlenmektir.
Hz. İbrahim’in Kâbe ile ilgili yaptığı görev sadece maddi bir inşa faaliyeti değildi. Kâbenin etrafında âile ve akrabalık bağlarının sağlam biçimde tesis edildiği bir toplum inşası faaliyeti idi:
وَاِذْ بَوَّاْنَا لِاِبْرٰهٖيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ اَنْ لَا تُشْرِكْ بٖى شَيْپًا وَطَهِّرْ بَيْتِىَ لِلطَّائِفٖينَ وَالْقَائِمٖينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
“İbrâhim’i Beytullah’ın bulunduğu yere yerleştirdiğimizde de şöyle demiştik: ‘Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükûa ve secdeye varanlar için evimi tertemiz tut’.” (el-Hacc 22/26, Kur’an Yolu Meâli)
Yukarıdaki âyette “yerleştirdik/بَوَّاْنَا” kelimesi geçmiştir. Bu, âile ve akrabalık düzeni kuracak şekilde yerleştirmedir. Allah Teâlâ’nın İsrailoğullarını tebvî’/تبويئ” etmesi de alelade bir yere yerleştirmesi demek değildir. İsrailoğullarının tüm fertlerinin evlenip çoğalacağı, sülale olacağı bir ortam oluşturması demektir. Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn’a da Allah Teâlâ’nın emirlerine uygun âile hayatının yaşanacağı bir mahalle kurmaları emredilmiştir:
وَاَوْحَيْنَا اِلٰى مُوسٰى وَاَخٖيهِ اَنْ تَبَوَّاٰ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنٖينَ
“Biz Musa’ya, kardeşine «Kavminiz için Mısır’da oturacak evler yapın, evlerinizi namazgâh kılın (ki orada namaz kılarsınız veya evleriniz birbirine karşı olsun ki cemiyet hasıl olsun, aranızda irtibat bulunsun. Yahut evlerinizi kıbleye karşı mescit yapın), namazı da dosdoğru kılın. Mü’minlere de kurtulacaklarını müjdele» diye vahyettik.” (Yûnus 10/87, İzmirli Meâli)
Burada meâllerin umumiyetle “evler hazırlayın” diye tercüme ettikleri ibareyi “oturanların arasında akrabalığın tesis edildiği mahalle ve şehir kurun” diye anlamak daha uygundur. Çünkü “بَوَّأَ” ve “تَبَوَّأَ” fiillerinde böyle bir mana bulunmaktadır. Âile ve akrabalık tesis edecek şekilde yerleşme sadece maddi vatanın değil, manevi vatanın da teşekkülü demektir. Manevi vatan sahip olunan değerler ile sürdürülebilmiş nüfustur. Günümüzde mavi vatan, uzay vatan gibi tabirlerin kullanılmasına mukabil, manevi vatan tabirinin kullanılmaması üzüntü verici bir durumdur. Kur’an’da manevi vatana şu ayette işaret edilmiştir:
وَلَقَدْ بَوَّاْنَا بَنٖى اِسْرَایٖٔلَ مُبَوَّاَ صِدْقٍ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ فَمَا اخْتَلَفُوا حَتّٰى جَاءَهُمُ الْعِلْمُ اِنَّ رَبَّكَ يَقْضٖى بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فٖيمَا كَانُوا فٖيهِ يَخْتَلِفُونَ
“Andolsun biz İsrâiloğulları’nı seçkin bir yere yerleştirdik ve onları güzel nimetlerle rızıklandırdık. Kendilerine ilim gelinceye kadar da ayrılığa düşmediler. Ayrılığa düştükleri konularda rabbin kıyamet günü aralarında hükmünü elbette verecektir.” (Yûnus 10/93, Kur’an Yolu Meâli)
Kur’an Yolu Meâli’nin “seçkin bir yer” diye mânâ verdiği “مُبَوَّأَ صِدْقٍ” terkibinin derin bir tahlile ihtiyacı bulunmaktadır. eş-Şa‘râvî (ö. 1998) “مُبَوَّأَ” kelimesini “vatan” olarak açıklamıştır.[10] “مُبَوَّأَ صِدْقٍ” ne olabilir? “قَدَمَ صِدْقٍ”(Yûnus, 10/2) ‘değerli bir yer’; “مُدْخَلَ صِدْقٍ”(el-İsrâ 17/80) ‘doğruluk ve içtenlikle girme’; “مُخْرَجَ صِدْقٍ” (el-isrâ 17/80), ‘doğruluk ve içtenlikle çıkma’; “لِسَانَ صِدْقٍ”(Meryem 19/50; eş-Şu‘arâ 26/84) ‘yâd-ı cemîl, iyilik ve güzellikle anılma’; “مَقْعَدِ صِدْقٍ” (Kamer 54/55) ‘doğruluk makamı’ anlamlarına gelmektedir. Hepsinin ortak yanı dinde samimiyetin hayatın içinde ortaya konulması ve yaşanmasıdır. “مُبَوَّاَ صِدْقٍ”(Yûnus 10/93); ‘dinin samimiyetle yaşanacağı yer, vatan’ demektir. Burada kastedilen, dini samimi olarak yaşamak için edinilmiş toprak parçasıdır. O toprak parçasının mübârek kılan, içinde yaşayan toplumun dini yaşama hususundaki samimiyetleridir. “Mübevvee sıdk/ مُبَوَّأَ صِدْقٍ” terkibini Ürdün Filistin, Mısır olarak açıklayan müfessir olduğu gibi[11], Şam ve Beytü’l-makdis olarak açıklayan müfessir de olmuştur[12]. İnsanların güven içinde toplum halinde yaşayabildiği, tarım hayvancılık ve el sanatlarıyla uğraşabildiği, üretim yapabildiği, aileyi ve akrabalığı sürdürecek değerlerin sonraki nesillere intikal edebileceği bir eğitim düzeni ve ortamını oluşturabildiği toprak parçasına vatan-ı sâdık diyebiliriz. Manevi vatan, toplumun insan kaynaklarını değerleriyle birlikte sürdürebilirliğidir. Değerler sonraki kuşaklara intikal edebiliyorsa manevi vatan devam eder. Değerlerin sonraki nesillere intikali, en üst değerin ne olduğuna bağlıdır. En üst değer din ise tüm değerleri korur, kollar, kuşatır. En üst değer güç ise, diğer değerler de ona göre şekillenir. Son yüz yılda İslam coğrafyalarını işgal etmiş güçler, hukuk, eğitim ve istihdam düzenini kabul ettirdikleri ülkelere bağımsızlık vermede cimri davranmamışlardır. Onlar için önemli olan, kendi standartlarında insan yetişmesidir. Onlar için önemli olan, işgal ettikleri ülkelerdeki genç nüfusun kendilerine benzemesidir. Asıl yenilgi mağlup olmak değil, düşmana benzemektir. Nüfus artış hızımızın çok hızlı düşüş göstermesi toplum olarak düşmana benzetilmemizde büyük mesafe alındığını gösterir.
Sonuç
Netice itibariyle düşmana benzemenin tam yaşandığı herhangi bir ülke, vatan-ı sâdık olmaktan çıkar, vatan-ı kâzibe dönüşür. Mevcut eğitim ve istihdam düzeni nüfusun muhâfazasını desteklememektedir. Dinin en üst değer olduğu ve öğrenilen tüm değerlerin ona göre şekil aldığı bir ülkede nüfus da korunur.
[1] Gözde Soysal, Türkiye’de Toplumsal Yaşlanma ve Çalışma Hayatı: Özellikler, Sorunlar ve Bir Uygulama (Bursa: Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2023), 157.
[2] Şemseddin Kırış, Sünnet ve Dindarlık (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2023), 161.
[3] “Tüik, İstatistiklerle Aile, 2022” (Erişim 10 Şubat 2024).
[4] Duygu Bayat, Gelişmekte Olan Ülkelerde Nüfus Sorunu ve Türkiye Örneği (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2010), 119.
[5] “Tüik, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2023” (Erişim 12 Şubat 2024).
[6] Ebü’n-Necâ Şerefüddîn Mûsâ b. Ahmed b. Mûsâ el-Makdisî Haccâvî – thk. Abdüllatîf Muhammed Mûsâ es-Sübkî, el-İknâ fî fıkhi’l-İmâm Ahmed b. Hanbel (Beyrut: Dâru’l-ma’rife, ts.), 3:144.
[7] “Tüik, Evlenme ve Boşanma İstatistikleri, 2022” (Erişim 12 Şubat 2024).
[8] “TÜİK Hayat Tabloları 2020-2022”, 2022.
[9] Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Cu‘fî Buhârî – thk. Mustafa Dîb el-Büğâ, el-Câmiu’s-sahîh (Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 1987), “Savm”, 10; Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî Müslim b. Haccâc, el-Câmiu’s-sahîh (Beyrut: Dâru ihyâi türâsi’l-arabbiy, t.s.), “Nikâh”, 1.
[10] Muhammed Mütevellî eş-Şa‘râvî, Tefsîru’ş-Şa’râvî (el-Havâtır) (Kâhire: Metâbiu ahbâri’l-yevm, 1997), 10:6189.
[11] Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh el-Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-kur’ân (Kâhire: Dâru’l-kütübi’l-Mısriyye, 1964), 8:381.
[12] İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-beyân fî te’vîli’l-Kur’ân (Beyrut: Muessesetu’r- risâle, 2000), 15:198.