Çocuklar için garip bir oyuncaktır taş ve çamur. Küçüklüğümde tabiatın bana hediye ettiği
bu nesnelerde hep bir hayal derinliği yakalamışımdır. Taşları acımasızca birbiriyle
çarpıştırırken kişileri, grupları hatta ülkeleri savaştırdığımı hiç unutamam. Ebrulî, beyaz
taşlarım iyi olurken karşısındaki siyah, şekilsiz taşlarım hep kötü olurdu benim için. Niçin
başka oyunlardan değil de taşları birbirine vurarak savaş çıkarmaktan keyif almış olabilirdim?
Kuşkusuz bunun da bir temeli vardır diye düşünüyorum. Bana öyle geliyor ki, 1980’li yıllarda
izlediğim savaş filmleri ve özellikle de her gün siyah beyaz ekranlarda babamla izlemek
zorunda kaldığım İran-Irak savaşıydı belki de beni bu şiddet oyununa meylettiren. Yaklaşık
yarım asır aştıktan sonra bugün de değişen bir şeyin olmadığını görebiliyoruz. Bizim taşlarla
oynadığımızı bugünün çocukları telefonlarla daha da tehlikesini oynayabiliyorlar. Üstelik
sadece bedenlerini değil ruhlarını da hırpalayarak. Savaşın belki de en masum simetrisiydi biz
çocukların bu yaptıkları oyunlar. Oysa çocuklarda basit oyunlarla başlayan bu işlemin
yetişkinlerin elinde özelliklede günümüzde gelişmiş bir mitralyöze dönüştüğüne şahit oluyoruz.
Adı korkunçtur savaşın. Siren sesleri, bomba sesleri ve çığlıklar karışır birbirine. Dönüşü
olmayan bir çıkmaz sokaktır savaş. Çocuklar annesiz; anneler çocuksuz kaldıktan sonra
kazananın da bir ehemmiyeti yok gerçi. Savaş insanlığa ne verdi? En fazla tartışılması gereken
bu sorunun yerine savaşın neden çıktığına yoğunlaşıyoruz. Oysa“ Neden” sorusu müspet
olduğu kadar menfi neticeler için de kullanılan bir bumeranga dönüşebilir. Zorba bir devletin
elinde savaş nedeninin kurt-kuzu hikâyesinden bir farkının olmadığını hepimiz biliyoruz. Yer
altı, yer üstü kaynaklarından, sermaye yüzünden, kandan, petrolden ya da herhangi bir sebebin
hırsımızı törpülemekten başka bir işe yaramadığını anlamamız gerekir.
Savaş insanlığa ne verdi? Sorusu madalyonun iki yüzü gibi iyi ve kötü duruyor. Bir
yüzünde kan ve gözyaşının öbür tarafında ise huzurun resmini çizebiliriz. Savaş pahalıya mal
olsa da özgürlükte bahşetmiştir insanlığa. Haksızın hakkının verildiği, haklının hakkının geri
alındığı adaletin kılıcıdır savaş. Anadolu topraklarında biz bu mücadeleyi vermeseydik ne
Çanakkale’den bahsedebilirdik ne de Kurtuluş Savaşından. Özgürlüğümüze yapılan
müdahaleye ses çıkarmamış olsaydık bu diyarlara barışı kim getirebilirdi?
Hakikaten bizim medeniyetimizde savaş karşısındakine saldırmak üzerine değil
Müslüman halkın dinini, iffetini, vatanını gayri Müslümlerden korumak anlayışı üzerine bina
edilmiştir. Biz buna gaza ve cihat diyoruz. Amaç ise İ’lâ-yi Kelimetullâhı tesis etmektir. Yani
tevhid inancını yaymak, İslam adına dünyaya nizam vermek, İslam’ın güzelliklerini insanlara
anlatmak. Osmanlı Devletinin fethettiği topraklarda yaşayan insanların kültürlerine,
inançlarına ve ibadetlerine karışmaması bize gayenin neticesini gösteren önemli bir ispattır.
“Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh
Hazır ol cenge eğer istersen sulh-u salâh”
Vatan hariç yapılan her savaş cinayettir. “Sadece vatan mı?” dediğinizi duyar gibiyim.
Her kutsal değer ancak vatanla daim olduğuna göre bu noktada başka söze gerek yok sanırım.
Madalyonun diğer yüzüne bakalım şimdi. Savaş insanlığa acıdan başka ne verdi? Moğollar,
Asya’yı ve Anadolu’yu istila ettiklerinde taş üstünde taş, omuz üstünde baş koymamışlardı.
Tarihin bu en korkunç savaşlarında akla hayale gelmeyen zulümler yapıldı. Milyonun
üzerinde insan öldürüldü. Sadece insan mı? Kedi, köpek dâhil diğer canlılarda birbir yok
edildi. Nehr-i Fırat günlerce kan ve mürekkep aktı. Yaktıkları kütüphanelerin sayısı belli
değil. Sanata, estetiğe ve mimariye düşman bu kavimin yaptıklarından saraylar, camiler,
medreseler, köprüler ve şehirlerdeki daha nice tarihi yapıtlarda nasibini almıştı. İslam dünyası
bu tramvayı uzun süre unutamadı. Kuşkusuz Avrupa’da da nice savaşlar yaşandı.
Savaş barışı eritiyor. Keşmir, Afganistan, Bosna, Irak, Libya, Suriye ve şimdiler de
Ukrayna çalkalanıyor. Geçmişin barbar savaşçılara nispeten günümüzün de şık giyimli,
kravatlı yahut papyonlu modern Moğolları var. Bunların kimler olduğunu bilmek için
müneccim olmaya gerek yok. Hiroşima’ya bakmak yeterli. Burada bir atom bombasıyla bir
anda yetmiş bin insan korkunç ısı dalgasıyla eriyor. Olayın olduğu yerin 4 kilometre uzağında
bile insanın derilerini eriterek muma dönüştürmesi savaşın sunduğu armağanlardan sadece
biri. Savaşla insanın nasıl bir canavara dönüştüğünü anlatmaya kelimeler kifayetsiz.
Şimdilerde Ukrayna…
Aynı kanı, aynı dini ve bazı ufak farklılıklarla aynı dili konuşmalarına rağmen bu iki Slav
milleti birbirini boğazlamakta hiçbir beis görmüyor. Bu patolojik ruh hali her toplumda
olabiliyor aslında. Ukrayna’da sivil bir aracın üzerinden geçen Rus tankının görüntüsü bana
15 Temmuz’da tanklarla biçilen araçları hatırlattı. Bir kutsalı kullanarak cinayet işlettirme
dünyanın en basit işi. Yeni Zelenda’da sapkın bir Hristiyan’ın Cuma namazında
Müslümanların üzerine ateş açması neticesinde 49 kişi şehit edilmişti. Katliama “Uk the
British Grenadiers/ Büyük Britanya Marşı’nı” dinleyerek gitmişti. IŞİD örgütü de “Allahu
ekber” diyerek insanları boğazlamakta bir beis görmüyor. Oysa bir kutsal için yola çıkan
hiçbir insan zulüm işleyemez. Vereceği savaşını da insanlık onuruna yaraşır bir tarzda ve
savaş hukukuna riayet ederek yapar.
Ukrayna’da evinden, yurdundan olan insanların sefaleti yüzlerinden okunabiliyor.
Sığınaktaki çocukların ağlayışları hâlâ kulaklarımızda çınlıyor. Ancak. Suriye’den gelenler
için kapıyı kapatan Batı, gözlerimizin içine bakarak Ukrayna için kapılarını ardına kadar
açmak da herhangi bir beis görmüyor. “Savaşa Hayır” pankartları nedense Ortadoğu için hiç
kaldırılmadı. Batı, Rusya’ya karşı silahlı müdahalede bulunmasa da ekonomik, siyasi,
kültürel, sportif ve benzeri alanlarda yaptırımlar uygulamaya başladı. Avrupa Birliği ve
NATO Rusya’yı kınadı. Ukrayna lideri Zelenski, Birleşmiş Milletler toplantısında dakikalarca
ayakta alkışlandı. Özellikle Rus ekonomisine büyük darbe indirilmeye çalışıldı. Rusya’nın
Ukrayna’ya yönelik saldırılarını sürdürmesi üzerine Batı ülkelerinin yaptırımları artırıyor.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Fransa, Kanada, İtalya, İngiltere, Avrupa Birliği (AB)
Komisyonu ve Almanya, bazı Rus bankalarının uluslararası ödeme sistemi SWIFT’ten
çıkartılmasına karar verdi. Rusya kültürel ve sportif faaliyetlerden de men edildi. Sadece
yaptırımlarla yetinilmedi. Ukrayna’ya gıda yardımının yanında askeri teçhizat ve silah
sağlamaya devam ediliyor. Haksız bir işgalin neticesinde yapılan bunca yaptırıma ve yardıma
diyeceğim yok. Fakat daha bir hafta geçmeden Batı, Ukrayna-Rusya Savaşında gösterdiği
hassasiyeti niçin Ortadoğu’da göstermedi? Irak’ta, Suriye’de, Sudan’da, Yemen’de, Libya’da,
Afganistan’da, Doğu Türkistan’da, Myanmar’da hâlâ devam eden zulümlere neden ses
yükseltilmiyor? Barış şarkıları niçin Müslüman kanı dökülünce söylenmiyor? Sebebi açık bizi
hiç sevmediniz. Sevmeye de niyetiniz yok. Zira nizam köpüren medeniyetimizden
korkuyorsunuz. Şarkılarınız yalan, gülücükleriniz sahte. Alkışlarınız sadece sizden olanlar
için. Savaş için barışı sakız yapmışsınız ağzınızda. Kaç hanenin harap olması, kaç çocuğun
babasız kalması, kaç annenin bağrının yanması umurunuzda bile değil. Esmer çocuklar sizi
hiç ilgilendirmiyor. Boşuna uğraşmayın biz sizi alnınızdan tanıyoruz. “Barış, özgürlük”
diyerek yutkunduğunuz sözlerinizden. Medeni görünen suretinizin altında ne bedevilikler
yattığının hepimiz farkındayız.
Amerika’nın, Çin’in, Rusya’nın birini ötekine, ötekini berikine tercih edecek kadar bile
masumiyetleri yok. Çevremizi ateş çemberine dönüştürdünüz. Türkiye’nin merkezde olduğu
bir haritayı gözlerinizin önünden bir geçirmenizi isterim. Güney doğumuzda 2003-2011
yıllarında Irak Savaşı yapıldı. Orası henüz huzura kavuşmuş değil. Biraz daha aşağılara
indiğimizde Körfez Savaşı (1991) çıkıyor karşımıza. Yine tam güneyimizde hâlâ devam eden
ve nereye evirileceği belli olmayan Suriye Savaşı var. Güney batımızda İsrail-Lübnan Savaşı
(2006) Kaddafi’nin devrilmesiyle başlayan Libya iç savaşı 2011 yılında yapıldı. 2013
yılındaki kanlı Mısır darbesini de unutamıyoruz. Kendimi bildim bileli hiç bitmeyen Filistin
Savaşını da bir hatırlayalım. Gelelim Kuzey sınırımıza. Kuzey doğumuzda Azerbaycan-
Ermenistan Savaşı (2021) Yine Rusya-Çeçenistan Savaşı, (1994-2009) Donbass Savaşı.
(2014) Kuzey batımızda Kosova Savaşı yaşandı. (1998) Müslümanların soykırıma maruz
kaldığı ve hafızalarımızdan hiç silinmeyen Bosna Savaşı görüntülerini nasıl unutabiliriz?
(1992-1995) Nihayet Ukrayna-Rusya Savaşı. (2022) Bu savaşların birçoğu Müslümanlarla
yapıldı. Yaklaşık 30 yıl içerisinde çevremizde ölen insan sayısı 10 milyondan fazla. Sakat
kalanları, tecavüze uğrayanları, evsiz yurtsuz kalanları saymıyorum hiç. Bütün bu istatistiki
bilgiler bize bir şey hatırlatıyor:
Devam edeceğiz inşallah…