Türkçe’ye batı dillerinden geçen ve “VARYANT” kelimesi müzikte” farklılaşma”yı ifade eder.
Özellikle halk türkülerin de fazlasıyla örnekleri bulunan değişimler ve farklılıklar bu durumun öncüsü durumundadır.
Türkülerin söz, ezgi ve usul yönünden varyantlaşmış olmasının elbette bir çok nedeni bulunmaktadır.
Her farklılık, her değişim türkülerimiz için bir kazanç olmakla beraber yeni nesillere ulaşması bakımından da büyük önem arz etmektedir.
Bugün de bunun en önemli örneklerinden biri olan kıymetli bir türkü vede hikayesi ile baş başa bırakıyorum.
Yıldız doğmasaydı da, kervan yola koyulmasaydı… Niye doğdun sarı yıldız. Vay yıldız vay! Dert başına! Sen de sevdiklerine kavuşama emi! Senin de elin böğründe kalsın… Gözleri yolunda bekleyenin ağıt yaksın… Sebep olana ilensin. Ne gelir elden. Olan olmuş bir kere…
Devir eski. Uçaktı, trendi hak getire. Bugünkü gibi raylı sistem kurulmamış. Öte beriyi taşımak içinde doğal kaynaklardan yararlanıyor insanlar. Eğer bir çay kenarıysa, çaya atılan salların üstünde yapılıyor taşımacılık. Yok çölden çöleyse, at gücünden, katır gücünden yararlanıyor insanlar… Tabii develeri de unutmamak gerek. Ve olay gelip gelip türkümüze dil oluyor. Kervan, Sivas’tan koyuluyor yola… Hedef Halep… Önde kervanbaşının eşeği. Arkasında develer, atlar. Düşüyorlar yola. Geride kalanlar üzgün… Hastalık var, soygun var… Gitmek var; dönmemek var… Ama ne yaparsın ki ekmek kapısı işte.
Kervancılardan biri de Veysel. Toy bir kervancı Veysel. Aklı fikri de geride bıraktığı nişanlısında. Daha yeni nişanlılar. Kızın ana babası ilkin verimkar olmamış. Hık-mık etmiş. Ama, Veysel kararlı… Bir daha, bir daha istetmiş. Sevilen sayılan üç-beş emmi dayıyı salmış üstlerine. Gönüllerini etmiş. Çok geçmeden de kervan işi çıkmış. Yol ırak… Özlem kötü. Ama gitmek gerek. Hem üç-beş kuruş para kazanacak; hem de düğün için beş-on arşın birşey alacak. İyi hoş ama Veysel’in ayakları hep geri geri gidiyor, önünü gördüğü yok. Kayseri’yi tutmuşlar ki, başlamış pişmanlık…”Keşke hiç katılmasaydım kervana. Bağ bahçe işinde çalışıp, düğün masrafımı yetirirdim” der olmuş kendi kendine… Sonra da; “Ama Halep’in ipeklileri iyi olur. Üç-beş arşın alırım. Birkaç parça da halı alırsam, düğünün yarı yolu alınmış olur” deyip teselli ediyor kendini.
Günler, haftalar sürüyor yolculuk. Sonunda Halep’i tutuyor kervan. Yol yorgunluğu bir yandan; nişanlıya özlem öte yandan. Ama olsun! Dönüş kolay olur diyor. Getirdikleri malı yıkıp, yenisini yüklemeye başlıyorlar. Bir yandan da, ufak tefek alışveriş yapıyorlar. Nişanda güzel bir hatem yüzükle, altın bir bilezik takmış nişanlısına… Ona uygun birkaç takı alıyor. Allısından, yeşillisinden de ipek kumaşlar.
Derken, dönüş başlıyor. Veysel heyecanlı… Veysel aceleci… Elinden gelse, telli turnanın kanadına sarılacak. Ver elini Sivas eli! Devesiydi, kervanıydı, atıydı, eşeğiydi… Görmüyor gözleri. Hayal kuruyor. Kuş olup Sivas’ta nişanlısının yanında oluyor. Halep’ten aldığı armağanları veriyor ona… Özlemini dillendiriyor. Yolculuğun güçlüğünü anlatıyor. Sonra düşünden sıyrılıp üstüne bindiği atı dehliyor. Elinden gelse uçuracak atı… Ne var ki, atı uçursa da kervana bağımlı… Deve yürüyüşü, eşek yürüyüşü, turna uçuşu, yıldızların doğuşu… Sivas elleri… Düşlerini süslüyor Veysel’in.
Gün bir daha batıyor, yeniden çıkıyor. Güneş, kaç kez battı, kaç kez çıktı güneş bilmiyor Veysel. Bildiği tek şey Sivas’a doğru kervanı sürdükleri. Nurhak’ı geride bırakıp Sivas kokusunu getiren yeller esmeye başlayınca, biraz daha heyecanlanmış Veysel. Karakışın ayazı vız geliyor. Kervanın atını, eşeğini, devesini sırtlanmış da çekiyor gibi, hızlandıkça hızlanıyor. Dönüp arkaya baktığında, kervanı saatlerce geride bıraktığını görüyor. Yavaşlıyor, bekliyor kervanı. Sonra yeniden ara açılıyor.
Kayseri sınırını aşıp “Burdan ötesi Sivas elleri” olunca bağlasan durmaz Veysel. Kervan geceyi geçirmek üzere yol üstünde konaklamış. Sabah olsun da yürüsünler. Millet derin uykuda. Veysel, Sivas nöbetinde! Sabahı iple çekiyor. Kervanın gönüllü nöbetçisi olmuş. Dolanıp duruyor. Bir aşağı, bir yukarı. Karın, ayazın, tipinin de haddi hesabı yok. Göz gözü görmüyor. Kar diz boyu. Bir yel de esiyor ki, eh! Sivas’ın kokusunu getiriyor. Nişanlısından özlem taşıyor. Ne yapsın Veysel? Derken, bir telli turna havalanıyor yol kenarından. Bakıp kalıyor arkasından Veysel. Bakıp kalıyor ki, tüm özlemini, duygularını turnanın kanadına yıkıyor. Düşleri kendine kalıyor. Bir de sarı yıldıza takılıyor gözleri; “Tan yıldızı doğmuş. Seher yıldızı doğmuş. Gün ışıyacak biraz sonra” deyip davlumbaza yönelmiş ilk…. Vurmuş turayı… Güm güm de güm! Uyandırmış herkesi… Ağzından iki cümlecik çıkmış, “Sarı yıldız, mavi yıldız” diyebilmiş. “Kalkın artık. Gün ışıyacak. Yola koyulmanın vaktidir” demiş. Deneyli kervancılar, “Tan yıldızı değil bu! Daha sabaha çok var” demişlerse de Veysel ısrarlı.”Şunun şurasında Sivas’a birşey kalmadı. Boşa vakit geçirmenin anlamı yok. Bakın yıldız nasıl şavk veriyor? Sabahı müjdeliyor” Sonra kula atı çekip, sırtına atlıyor. Ver elini Sivas. Yıldız kaybolacak da, gün ışıyacak. Hava biraz ısınacak. Yol yordam görünecek. Kervan yol alacak. Ne gezer!
Dehliyor atını; ama ortalık karanlık. Kar aydınlığı var, o kadar! Altındaki kula tayı dehliyor; ama yol almak da zor. Günlerdir yağan kar, yolu kapatmış. Göz gözü görmüyor. Halep’e giderken gözü nasıl hep arkadaysa, şimdi de gözü hep Sivas’tan yana Veysel’in. Telli turnaya özeniyor, “İnsanların neden kanadı yok? Hem ayakları, hem de kanatları olsaydı.” diye geçiriyor içinden. Sonra, sarı yıldıza özeniyor, “Yıldız olmak da güzel,” diyor. “Dünyanın neresini istese görür yıldızlar. Mavi yıldız, sarı Yıldız,Turna,Kula at” diyor kendi kendine. Sonra da dönüp arkaya bakıyor ki, kar tufanından kervan görünmüyor. Atını geriye doğru mahmuzlayıp “Ha gayret Sivas’a bir şey kalmadı” diyor. Yeniden ileriye doğru, karanlığa, ayaza, tipiye mahmuzluyor atını. Bir de sarı yıldıza takmış kafasını. Asılmış da Gök kubbede duruyor sarı yıldız. Kıpırdadığı yok. O gidecek de gün ışıyacak. I-ıh! Yerinde asılı duruyor sarı yıldız. Eke kervancılar da itiraza başlıyorlar :”Bu yıldız, tan yıldızı değil. Boşuna koyulduk yola. Uygun bir yerde konaklayıp sabahı bekleyelim” diyorlar. Ha deyince uygun yer bulmak zor. Kervansarayı epey geride bırakmışlar. Veysel derseniz ateşli… “Hepiniz bilirsiniz ki, bu yıldız tan yıldızıdır. Biraz sonra kaybolacak, gün doğacaktır. Ha gayret arkadaşlar! Sivas’a çok kalmadı.” diyor. Ne desin arkadaşları? Dönseler bir dert; sürseler bir dert. Çok geçmeden tipi daha da artıyor. Kar bir savruluyor ki, adım atmanın olanağı yok. Olduğu yerde kalıyor kervan. Kara, tipiye, ayaza, ecele teslim ediyor kendini.
Aradan aylar geçiyor. Bahar geliyor. Dağlardaki karlar eriyor. Irmaklar, dereler harıl harıl… Köylü sabanı koşup tarlaya yöneliyor. Kervanlar yüklenip Halep yolu tutuluyor. Kayseri yoluna girişte, bugün KERVANKIRAN denile yere gelenler ne görsün! Boylu boyuna, atıyla, eşeğiyle, devesiyle, insanıyla koca bir kervan uzanmış, üst üste yatıyor. Kervana beş yüz metre uzakta da, kula atıyla Veysel uzanmış. Olduğu yere gömüyorlar kervanı. Bugün Kayseri üzerinden Sivas’ı tutanlar, kervanın kırıldığı yeri, yani Kervankıran’ı yalayıp geçer. Bilen bilmeyene anlatır; kervanın, Veysel’in öyküsünü… Halkın dili ozanlar da geçer oradan. DERTLİ geçer, AŞIK KEREM geçer, daha nice isimsiz ozana dil olur kervanın öyküsü. O sarı yıldıza da “Kervankıran yıldızı” der halkımız. Kimi ozan “Havalanma telli turnam” der, kimi “Yıldız akşamdan doğarsın” diye dillendirir. Ama öykü hep aynıdır; kara saplanıp kırılan kervanın ve nişanlısına koşan Veysel’in öyküsü…
HAVALANMA TELLİ TURNAM
(SARI YILDIZ MAVİ YILDIZ)
Havalanma telli turnam, aman aman hey!
Uçup gitme yele karşı,
Ah niye doğdun sarı yıldız, mavi yıldız,
Yıldız, yıldız, yıldız…
Zülüflerin tel tel olmuş, aman aman hey!
Döküp gitme yele karşı,
Ah niye doğdun sarı yıldız, mavi yıldız,
Yıldız, yıldız, yıldız…
Evler yıkan beller büken,
Kanlım oldun Kervankıran,
Dön dön dön dön
Davlumbaza vur turayı,
Aman aman aman hey!
Dünden avladık burayı,
Ah niye doğdun sarı yıldız, mavi yıldız,
Yıldız yıldız yıldız…
Getir oğlan boz kulayı,
Binem gidem yare karşı,
Ah niye doğdun sarı yıldız, mavi yıldız,
Yıldız yıldız yıldız…
Şahinim var, bazlarım var,
Aman aman aman hey!
Ördeğim var kazlarım var,
Ah niye doğdun sarı yıldız, mavi yıldız,
Yıldız yıldız yıldız…
Sevgilerimle…